İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar

06.11.2018
2.017
İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar

 

Stefan Zweig- İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar

Yazar kitapta insanlık tarihindeki yerini asla kaybetmeyecek14 olaydan bahsediyor. Yalnız kuru kuru anlatım değil 14 farklı kahraman ölümsüzlü fısıldıyor duymak isteyen kulaklara. Elbette burada bahsedilen ölümsüzlük çağlar boyu unutulmamak, bir iz bırakmak olarak kaleme alınmış. İşte bu ülküyle yanıp tutuşan insanları hayaline kavuşturan o büyülü anlar ve o anların yaşanmasının ardından dünya için açılan yeni bir sayfa…

Öncelikle yazarın kitabı hakkında kendi sözlerine de yazının burasında yer vermek istiyorum: “Çağları aşan bir kararın bir tek takvime, bir tek saate, çoğu kez de yalnızca bir tek dakikaya sıkıştırıldığı trajik ve yazgıyı belirleyici anlara, bireyin yaşamında ve tarihin akışında ender rastlanır.” İşte o ender anlardan Zweig perspektifinden süzülerek sayfalara dökülmüş 14 seçkiyi eser bize sunuyor. Burada birkaçından bahsetmek istiyorum.

Büyük Okyanusun Keşfi

Ölümsüzlük güdüsüyle yanıp tutuşan bir adam: Balboa

Avrupa’yı çıldırtacak kıymetteki hazinelerle dolu bir ada: Amerika

Bu yeni dünyada söz sahibi olmak için gözünü karartmış bir ülke: İspanya

Henüz hiçbir Avrupalı gözün görmemiş olduğu bir okyanus: Büyük Okyanus

Ve zavallı: “Yerliler”

Balboa, Büyük Okyanus’u ilk kez gören Hristiyan gözler olarak katibine kaydettirirken bu tarihi anı Zweig bu bölümü “ölmezlik anı” adı altında kaleme almış. Okuduktan sonra bölüme verilmiş bu başlık, zihninizde, bir kıyafetin bedeni sardığı gibi hikayeyi sarıyor.

Bakın Zweig, yerlilerden bir kabile liderinin gözünden altın görünce birbirini itip kakan Avrupalıları nasıl anlatıyor: “ Reis, şaşkın ve üzgün bakışlarla bu azgın sürüyü seyrediyor. Bir avuç altını kültürlerinin bütün tinsel ve teknik amaçlarından üstün tutan dünyanın uygar insanları karşısında, yeryüzünüm dört bir yanındaki doğa çocuklarının sonsuz şaşkınlığı var bakışlarında.”

Balboa işte bu ölümsüzlük anının lezzetini damağında hissetmek için illegal olarak çıktığı bu macera dolu serüvende ülküsünü gerçekleştiriyor ve kısa bir süre sonra da onun için hazırlanmış hazin sondan kendini kurtaramıyor.

Bizans’ın Fethi

Bu bölümde başlıktan da anlaşılacağı gibi Bizans’ın Sultan Mehmet tarafından fethini ayrıntılarıyla anlatmış Zweig ve bu fetih için: “ Vandallar tarafından, belleklerden çıkmayacak bir biçimde yağmalanmasından tam bin yıl sonra, Bizans’ın yağmalanması başlıyor.” ifadelerini kullanıyor. Elbette bu bölümle alakalı objektif değerlendirmeler yapmak çok zor. Ama yine de bu tarz tarihsel olayları yabancı kaynaklardan okumayı her zaman sevmişimdir.

Burada bize anlatılan Sultan Mehmet’in tahta çıktığı andan fethin gerçekleştiği ana kadar yorulmadan, bıkmadan, büyük bir kararlılık ve disiplinle fetih için çalışması; içindeki o hırsla beraber gözlerinden fışkıran insanüstü zekasıdır.  Bu bölümün okunmasını da şiddetle tavsiye ediyorum. Okuduktan sonra ne düşünürsünüz bilmem. Fakat tüm milli duygularımı bir tarafa bırakarak okumaya çalıştığım bölümde yine de Bizans’ın fethinin açık unutulmuş Kerkaporta isimli sur kapısına bağlanmasını biraz yadırgadım ama yine de hikayeye hakkını teslim ederek asıl amaçlananınokura çok iyi geçtiğini söyleyebilirim.

Georg Friedrich Handel’in Yaşama Öyküsü

“Yaşama isteği ve irade gücünün inanılmaz zaferi sonunda Handel, ölümün çemberinden bir kez daha kurtulmayı başardı ve yalnızca hastalıktan kurtulan bir insanın anlayabileceği bir mutlulukla ve hasta olduğu ana kadarkinden daha büyük bir ateş, daha büyük bir heyecanla yaşamı kucakladı.” İşte mucizevi bir şekilde sağlığına kavuşan büyük müzisyen Handel’in hayata dönüşü bizlere bu şekilde müjdeleniyor kitapta.

Ruhu devamlı arayışta olan Handel için ölümsüzlüğü yakalayacağı o eşine az rastlanır büyük yapıtını ortaya çıkarması, odasına kapanarak geçirdiği 3 haftanın ardından gerçekleşti. “Hallelujah” kelimesini tekrar ettikçe titrerken dünyanın kucağına bıraktığı eseriyle böbürlenmemişti ve insanların salonları ayakta doldurdukları gösterimlerinden asla gelir kabul etmemişti. Çünkü bu eseri kendi beşeri gücüyle değil Tanrı’yla bağlantı kurarak yaptığını düşünüyor ve teşekkürlerini kendisini alkışlayan eller yerine yalnızca Tanrısına sunuyordu. Gözlerini kaybettikten sonra dahi hep yazdı ve yazdıkça Tanrı’nın karşısında küçüldüğünü hissetti.

 

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.