Çilekteki Nefret – Ceyda Kılınç – Kitap İnceleme

03.03.2017
6.414
Çilekteki Nefret – Ceyda Kılınç – Kitap İnceleme

CEYDA KILINÇ- ÇİLEKTEKİ NEFRET

Ben, hikâyeyi kendime göre anlatıyorum. Sonuçta insan kendisini kayırmaz mı? Ne yaşamış ya da nasıl hatalar yapmış olursa olsun, insan hep kendini olayların içinden sıyırmaya çalışır. Sütten çıkmış ak kaşık misali…

2007 yılında yayımlanan Çilekteki Nefret kitabıyla birlikte geniş bir okur kitlesine ulaşan ve yazarlıkta kendi devrimini yaratan Ceyda Kılınç, kitabıyla ilgili sorulan bir soruda “Her romanın kendine özgü bir dünyası vardır. Bu yüzden yazım farklılıkları olabiliyor. Elbette fiziksel ve psikolojik durumum da yazılarımı etkiliyor. Örneğin; Denize Doğru`yu yazarken hamileydim. O yüzden düşündüğümden çok daha duygusal bir roman çıktı ortaya. Çilekteki Nefret`i de kucağımda hiç durmadan ağlayan bir bebekle tamamladım”

Çilekteki Nefret, yazarın tek romanı değil elbette. Üniversite öğrenimini tamamladıktan sonra bir süre çevirmenlik yapmaya başlayan yazar, Jack London’ın kitaplarını türkçeye çevirmeye başlar. Çevirmenlik, yazar için o kadar zor ve zahmetli bir iş olmuştur ki, yıllar sonra  “çevirmenlik kariyerim neyse ki kısa sürdü” şeklinde bir açıklama yapar. Yazarlık macerasına nasıl başladığını ise şöyle açıklar yazar, “Bir gün editörümüze; “Bende hikâye çok, acaba bir roman yazsam mı?” diye sordum. Editörümüz yaklaşık yarım saat güldükten sonra “İyi, yaz bakalım.” dedi ve böylece yazmaya başladım”…2002 yılılnda kendi hikayelerini yazmaya karar veren yazar, İlk romanı Aymesev`i 2003 yılında, ikinci romanı Denize Doğru`yu 2006`da, üçüncü romanı Çilekteki Nefret`i 2007 yılında ve son romanı Villa Moda’yı 2009 yılında çıkardı.

Romanın başlıca çıkış noktası, günümüzde yaşanan ‘iletişimsizlik’ olgusu. Ceyda Kılınç, karakterlerini psikolojik veriler doğrultusunda oldukça başarılı bir şekilde yaratmış. Kitabı okuduğumuzda Ergenlik Dönemi, kardeş kıskançlığı, kişilik bozuklukları gibi psikolojik detayları çok net bir şekilde görmekteyiz.

Gelelim Romanın konusuna

Film Çekimi esnasında sette meydana gelen bir kaza sonucu gözlerini hastanede açan Cansın(!)’ın kırk gün boyunca her gün kendisini ziyarete gelen Müge hemşireye hayatını anlatması ile kitap başlar. Bu kırk gün aslında kırk psikolojik seans olarak nitelendirilebilir. Cansın’ın, Müge hemşireye geçmişini anlatması ile birlikte şimdiki zaman içinde, kahramanın önceki yaşantılarına, çocukluk anılarına tanıklık edebiliyoruz.

Oldukça varlıklı olan bir ailenin, küçük kızı olan Cansın’a kardeşlik etmesi için teyzesinin kızı Nazmiye’yi köyden getirip ve evlat edinmesi ile olaylar başlar. Nazmiye(lise yıllarında, erkek arkadaşı istediği için, adını değiştirip Naz olarak değiştirecektir) ile Cansın’ın birlikte yaşamaya başlaması ile başlayan olaylar, Naz’ın kıskançlık, öfke ve kini ile birlikte daha da büyüyerek Cansın için çekilmez hale gelmektedir. Kavgalar, iftiralar eşliğinde birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan iki kızın büyümesine tanıklık ediyoruz romanda.

Köyden gelen ve yeni yaşama ayak uyduramayan, ayrıca eski ve yeni ailesine oldukça öfkeli olan Naz, tüm bu öfkesini Cansın’dan çıkarmaya başlar. Cansın’ın istediği her şeye sahip olmaya çalışan Naz’ın, bunu alışkanlık haline getirmesi aynı zamanda Naz’ın karakterini de belirleyecektir. Cansın’ı taklit etmek ve ona hayatı dar etmek için uğraşan Naz, bir kimlik oluşturamayacak ve ömür boyu Cansın’ın gölgesinde kalmaya mahkum olacaktır. Ne kadar nefret etse de her zor durumda kaldığında gene kardeşinin kapısında bulacaktır kendini. Çocukken kardeşinin oyuncaklarını elinden alan Naz, büyüdükçe kardeşinden daha fazlasını almaya başlar. Kardeşinin ailesine, kocasına göz diker. Adeta tüm enerjisini buna harcar.

İlgi odağı haline gelmek, ait olmak ve yalnızlıktan kurtulmak için çabaladıkça aslında daha da dibe batmaya başlar. İki kardeşin Üniversiteye başlaması ile birlikte bir nebze olsun durulan Naz, üniversitede de başarısız olur, aynı zamanda kardeşi Cansın’ın eşi ile gizli aşk yaşar. Bunu öğrenen Cansın, babasına tüm gerçeği açıklar.  Hem üniversitedeki başarısızlık hem de aldatılma mevzusu bardağı taşıran son damla olur ve üvey babası babası Naz’ı evden kovar. Önce okulundan daha sonra ailesinden olan Naz’ın gidecek yeri bellidir. Cansın…

Kırk gün boyunca hastane odasındaki yatağından çıkamayan ve yataktan kalkamayan, doktor ve hemşirelerin ona karşı garip tavırlar içinde olmasından şüphelenen Cansın, gerçeği öğrendiğinde ise hayatının şokunu yaşar. Kendisine uzatılan aynaya baktığında gerçeği acı acı fark edecektir. Sonlara doğru, senaryonun yaşama, yaşamın senaryoya dönüşümlerinin kafa karıştırıcılığı heyecan katıyor.

Tıpkı yazarın kendi kitabını yorumlarken dediği gibi bir son bizi bekliyor.  “Yazdığım roman, ‘kıskançlık, hırs, ihanet ve nefret duygularını barındırıyor, ama sonunda mutlaka adalet yerine buluyor’ “

KİTAPLA KALIN…

 

Cebrail URTEKİN
Psikolojik Danışman
cebrail.urtekin@windowslive.com

YAZAR BİLGİSİ
Marmara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik (2007-2011) mezunu olan yazarımız Milli Eğitim Bakanlığında Okul Psikolojik Danışmanı olarak görev yapmaktadır. Bilişsel Davranışçı Terapi(BDT), Oyun Terapisi başta olmak üzere bir çok eğitim alan yazarımız aktif olarak danışan görmektedir.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.