Sanal mı Gerçek mi?
Playstation oynamayı çok seven, zamanını oyun oynayarak geçiren ve oyundaki güncel gelişmeleri takip eden bir arkadaşımla konuşurken değindiği nokta gerçeklik algısı üzerinde düşünmeye değerdi:
“Çalışmıyorum, kazancım yok, gönlüme estiği gibi seyahat edemiyorum ve istediğim her eşyayı da özgürce alamıyorum. Gündelik hayatım çok kısıtlı. Ancak oyundayken karakterimi her yer özgürce götürebiliyorum, sanal para biriktirerek ona bir sürü eşya alıyorum ve bunlar beni gerçekten de mutlu ediyor. Normalde gidemeyeceğim çok yere gitme imkanı buldum. Oyun sayesinde yeni arkadaşlar da edindim, hep beraber oynuyoruz. Neden bırakayım ki?”
Yukarıdaki durumu gerçeklik algısıyla değerlendirirsek;
- Kişi bir deneyim yaşıyor ve deneyimin verdiği hazzı yaşıyor.
- Elindeki maddi imkanları mümkün olan en iyi şekilde değerlendirmiş.
- Oyun oynadığının farkında, tüm yaşamını oyun haline getirmemiş.
- Oyundaki durumunu iyileştirmek için kafa yoruyor, araştırma yapıyor, sonunda da eline bir ürün geçiyor (Ev, silah, zırh, karakter, madalya vb.)
- Oyunda yaşadıklarını anı olarak biriktirebiliyor.
- Oyun aracılığıyla gerçek kişilerle bağlantı kurup konuyu birlikte tartışabiliyorlar.
- Oyunda gezdiği yerlerde fotoğraflar çekebiliyor.
Bir de şehir şehir dolaşan birinin deneyimlerini inceleyelim;
- Kişi, yeni deneyimler kazanıyor ve istediği gibi yaşamanın verdiği hazzı elde ediyor.
- Elindeki maddi imkanlar doğrultusunda olabildiğince fazla şehir geziyor.
- İş yaşamıyla gezmeyi dengelemiş.
- Daha fazla yer görebilmek için araştırma yapıyor, gittiği yerlerden anılar biriktiriyor. (Kart, bilet, anahtarlık, magnet, kupa vb.)
- Gezerken yaşadıklarının hatıraları onunla birlikte kalıyor.
- Gezerken farklı kişilerle tanışıp yeni arkadaşlıklar edinebiliyor.
- Gezdiği yerlerde fotoğraf çekilebiliyor.
İki farklı deneyimin kişinin yaşamı üzerinde bu derece benzer etkilerinin olması, oyunun kabaca “sanal ortam” olarak değerlendirilip “gerçeklikten uzak” diye nitelendirilmesini mümkün kılmamakta. İki farklı durum kişilere benzer deneyimler yaşatıyorsa durumun sanalda ya da gerçekte yaşanmasının bir önemi kalır mı? Bu durumda gerçeklik tartışmaya açık bir konu değil midir? O deneyim sonucunda gerçek duygular elde edilip, gerçek anılar birikiyorsa deneyimin kendisi zaten gerçek değil midir?
Teknoloji o kadar ilerledi ki sanal gerçeklik gözlükleri sadece göze ve kulağa değil, diğer duyulara da hitap edebiliyor. Sanal ortamda Everest’e tırmandığını gören biri için gerçekten de dik bir yokuş düzenlenebiliyor, kişi etrafını 360 derece görebiliyor, güneşin sıcaklığını ve karın soğukluğunu hissedebiliyor. Sanal gözlüklerdeki görüntü gerçekten de Everest’e aitse bu kişinin deneyiminin gerçek olmadığını iddia edebilir miyiz?
Biz psikolojik danışmanlar oyun-internet dendiğinde işin karanlık yanını görüp olayı bağımlılık kapsamında değerlendirme eğilimi gösteririz. Bir çocuk yarım saatten fazla oyun oynuyorsa bağımlılık tehlikesi vardır, bir genç bilgisayar oyunları oynuyorsa oyun elinden alınıp genç de müziğe, spora yönlendirilmelidir, bir yetişkin her gün iki saatini oyuna harcıyorsa hayatını yeterince düzene koyup sorumluluk sahibi olamamıştır… Oysa oyunun kendisinden ziyade kişide bulduğu anlama odaklanmak daha işlevseldir. Kullandığı ifadelere dikkat edilmeli, oyunun hayatına nasıl bir etkide bulunduğu iyi anlaşılmalı, ortada işlevi bozan bir durum yoksa da müdahale edilmemelidir.
Bir de şu açıdan bakılmalıdır ki; kişi eğer gezmeye çok zaman harcayıp mesleğinde sorunlar yaşasaydı, uzun süre çalışsa da ödeyemeyeceği borçlar yüklenseydi, arkadaşlarıyla/eşiyle arası bozulsaydı gezmesini de bir bozukluk olarak değerlendirmemiz gerekecek, altında yatan sebepleri araştıracaktık. Yani geziyor olmasının işlevleri bozup bozmadığına odaklanacaktık. Bozmasaydı kimse müdahale etmezdi.
Zaten rehberlikteki temel anlayışlardan biri de “Bozuk değilse düzeltme,” değil miydi? Oyun; kişinin algılarını zayıflatmıyor, oyunu bıraktığında daha çok seveceği başka bir şeyi yerine koyamıyor, kişinin diğer gündelik işleri ciddi derecede aksamıyor, insan ilişkileri bundan olumsuz etkilenmiyorsa oyunu kötü bir şey olarak görmek ve kişiye müdahale etmek “yanlılık hatası” na düşmek demektir. Yani danışman sadece kendi yaşam tarzına uymadığı için durumu kendince “düzeltmek” istiyordur. Çünkü psikolojik danışmanlar olarak zihnimizde ister istemez ideal bir yaşam tarzı benimsemişizdir ve bu tarzın dışında kalan faktörleri olumsuz olarak değerlendirmeye yöneliriz.
Özetle; oyun oynamak, oyuna ciddi bir zaman harcamak her zaman oyun bağımlılığı anlamına gelmeyebilir. Kişinin öznel dünyasında anlam bulduğu sürece oyun da yeterince gerçek, anlamlı ve onun için değerlidir.