Düşüncenin Çağrısı – Ahmet Aydoğan

Düşüncenin Çağrısı – Ahmet Aydoğan

Düşünce, söylenmesi basit ama üzerinde kafa yormaya başlandığında karmaşık bir yapıya sahip olan bir kavram. Düşünce bizi var edenin ne olduğunu ortaya çıkarma çabasıdır belkide. Ünlü düşünür Descartes’in varlığını düşüncenin varlığına bağladığı meşhur sözünü hatırlayalım “cogito,ergo sum: düşünüyorum, o halde varım (Descartes)”. Bu cümle bize neler anlatıyor acaba?Üzerine ciltlerce kitap yazılabilen ve tartışma konusu olan bu cümleye baktığımızda aslında kuşkunun önemini ortaya çıkartıyor binevi. Kuşku, şüphe, bir şeyi olduğundan farklı bir sekilde irdelemek…

Gerçekten düşündüğümüz için mi varız? İnsanoğlu düşünen bir varlıktır diyoruz. Hepimiz büyük küçük fark etmeksizin pek çok konu üzerinde düşünüyoruz. Robot ya da kodlanmış birer makina olmadığımız için bize gelen bilgi, duygu, davranış vb üzerinde bazen uzun uzadıya bazen daha kısa süreli düşünürüz. Nedenler, sonuçlar, olası çözümler gibi fikirler ediniriz. Düşünmeden bize gelen bilgileri bilgisayar gibi girdi çıktı şeklinde yapsaydık, kafa yormadan doğruyu yanlışı ayırt etmeye çalışmadan yaşasaydık evet hayatımız daha kolay ancak evin herhangi bir köşesindeki biblodan farksız olurdu. Evet bizi var eden savunduğumuz düşüncelerimiz. Bizi diğer insanlardan, tabiattaki diğer varlıklardan ayıran şeydir düşünce dediğimiz kavram.

Kişi kendisine ait bir düşünce yapısına sahip olmadığın da yancı eleman yani sürekli onaylayan, doğru yanlış fark etmeksizin başkasının düşüncelerini benimseyen, sahip olduğu potansiyeli görmeyen, başkasının düşünce gölgesinde yaşayan, varlığı yokluğu bir olan,hayır demesini bilmeyen,savunduğu belli bir düşünce sistemi olmayan ve düşünceleri ayrışmamış biri olur. Her şey, herkesin düşüncesi kendisine doğru gelir ve sanki bu fikir kendisine aitmiş gibi canla başla savunur. Tıpkı önündeki yemeğin tuzu eksik olsa dahi çoğunluğun damak tadına uygun bir şekilde davranıp tuz isteme ya da ilave etme girişiminde bulunmaması gibi. Onaylayan evet diyen, bir şeylerin katı, tutucu,hararetli savunucusu olabiliriz ancak bu bize ait bir düşünce sistemi olmayabilir.

Her fırsatta düşüncenin gücünü, önemini bu kadar vurguluyoruz, düşünen üretebilendir diyoruz. Acaba düşünce diye isimlendirdiğimiz şey sandığından daha karmaşık olabilir mi? Tam da bu kadar karmaşanın içerisinde Ahmet AYDOĞAN‘nın derlediği ve çevirdiği DÜŞÜNCENİN ÇAĞRISI kitabını okumakta fayda olduğunu düşünüyorum. Kitap Martin Heidegger, Immanuel Kant ve Arthur Schopenhauer‘un düşüncelerinin derlenip bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Düşünce konusu hakkındaki fikirlerin derlenmesi, kaynak sunması açısından da önemli bir eser olmuştur. Kitap çevirenin kendi fikirlerini anlattığı düşünce düşünülür bölümüyle birlikte altı kısımdan oluşmaktadır. Bu bölümler;

  • Düşünce düşünülür (Ahmet AYDOĞAN)
  • Kendin kendine düşünmesini öğrenmek (A. Schopenhauer)
  • Düşünmek ne demektir?(M. Heidegger)
  • Düşünceye çağıran nedir?(M. Heidegger)
  • Kişinin düşünerek yönünü tayin etmesi ne anlama gelir?(I. Kant)
  • Düşünmenin gereksindiği:sükûnet?(A. Schopenhauer)

 

Genel olarak kitabın içeriğine baktığımızda ise geniş bir fikir dünyasının içinde kendimizi buluyoruz. Burda hepsinden bahsetmek mümkün değil ancak kitaptan çok etkilendiğim ve üzerinde uzunca düşündüğüm bazı kesitlerden bahsedeceğim ve edindiğim çıkarımları paylaşacağım.

I.

Arthur SchopenhauerBir kütüphane çok geniş olabilir; fakat eğer düzensiz ise küçük ama derli bir kütüphane kadar kullanışlı ve yararlı değildir. Benzer şekilde insan çok büyük bir bilgi yığınına sahip olabilir, fakat kendi kendisine üzerinde düşünerek bu bilgiyi gerektiği gibi işlememişse bu bilgi, üzerinde tekrar tekrar ve uzun uzadıya düşünülmüş çok daha küçük bir bilgi miktarından daha kıymetsizdir.” diyor. Buradaki düşünceye baktığımızda benim aklımda canlanan şey geleneksel, ezberci eğitim anlayışı oldu. Sürekli önümüze hazır bir şekilde gelen bilgileri sünger gibi emdik ve ezberledik yıllarca. Hangi bilgiyi nereye koyacağımızı, nerede işimize yarayacağını, hangi durumlarda hafızamızın derinliklerinden bulup bilinç düzeyine getirmemiz gerektiği üzerinde hiç düşünmeden olduğu gibi kabullenip ezberledik. Pek çok uyarandan gelen her şeyi mıknatıs gibi kendimize çektip o bilgilere sahip olduk. Seçici olamadığımız gibi sahip olduğumuz bilgileri kullanacağımız yeri de bilmedik.

Sınav sistemine bağlı olarak edindiğimiz bu bilgileri sınavları atlattıktan sonra bir daha hatırlanmamak üzere belleğimizin derinliklerine gömdük ne yazık ki. Üzerinde düşünmediğimiz bu bilgi yığının arasında performansa dönüştürdüğümüz çok az bilgi vardır, geri kalanlarını hem hatırlamakta zorlanıyoruz hem de ezbere dayalı olduğu için bunların nasıl ortaya çıktığı üzerinde de düşünme gereği duymuyoruz. Peki bu bilgiler ne kadar kalıcı? Aslında hiç kalıcı değildir. Otomatik olarak, çaba sarf etmeden edindiğimiz bu bilgiler anlık (sınav esnasında) olarak işimizi gördükten sonra unutuyoruz. Çağdaş eğitim sisteminde edinilen bilgiler üzerinde düşünme, sentezini yapma, kodlama ve kategorilere ayırma gibi insanı edindiği bilgiyi içselleştirmeye götürüyor. Bu içselleştirmeye ve ihtiyaç durumunda nerden nasıl bulup getirileceğini bildiğimiz ve bilinç düzeyine getirmede zorlanmadığımız bilgilerin varlığını düşünmenin, eleştirel bakmanın sonucuna borçluyuz.

II.

Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?  sorusunu Çok okuyan mı bilir yoksa çok düşünen mi? diye değiştirelim. Elbette ikisi birbirini besleyen şeylerdir. Okumak düşünce kapısını aralayandır, düşünmek ise o kapıdan içeriye adım atıp mevcut ortamı keşfetmektir. A.SchopenhauerOkumakla insanın o an içinde bulunabileceği ruh haline ve eğilimine yabancı olan düşünceler, zihni zorla ele geçirir. Fakat insan kendi kendisine düşününce o an için kendi içgüdüsünü takip eder. İnsanın görünür çevresi zihne, sadece okurken olduğu gibi tek bir belirli düşünceyi zorlamaz, doğasına uygun malzemeyi sunar.” diyor. A. Schopenhauer’un okumak ve düşünmek arasındaki farkı ortaya koyan fikirlerine baktığımızda ise salt okumanın insanı ilerletmeyeceği kanısına varabiliriz. Evet okumak kıymetli ve var olması gereken bir eylemdir. Ancak yine de başkalarının yazdığı düşünce dünyasında kaybolmak ve yazarın düşüncelerinin kısır döngüsünde dönüp durmak için okumanın yanında düşünmek de gerekiyor.

Makbul olan okumakla birlikte düşünme eylemini de gerçekleştirmektir. Okuduğumuz metnin düşüncelerini anlayıp eleştirel yaklaşarak bize uyan ve uymayan noktalarını belirlemeliyiz. Artı ve eksileri belirledikten sonra kendi düşünce sistemimizi geliştirmeliyiz. Çok okumak ancak üzerinde çokca düşünüldüğünde anlamlı olur. Çok okumak özellikle tek tip okumak zihni esneklikten uzaklaştırır. Kişi bunun farkında olmadan bir bakarız kendi düşüncelerimizi savunduğumuzu zannederken bile okuduğumuz metinlerde ki düşünceleri savunuruz. Bu konuyla ilgili fikrin nedir diye sorulduğunda dahi üzerinde düşmediğimiz için okuduklarımızı yani başkalarının düşüncelerini tekrar edip dururuz. Doğrudan tabiatın kitabını okuduğumuz da duygular, düşünceler, davranışlar, olanlar ve olması gerekenler üzerinde düşünmeye başlarız. Bu da bize geniş bir perspektif, farklı bakış açıları, kendimizi ve başkalarını daha iyi tanıma,anlama yetisi kazandırır. Bizi başkalarının düşünce dünyasında çıkarıp kendi düşüncelerimizin temellerini oluşturmamıza neden olur.

III.

Bir insan kendi kendine düşünmeyi öğrenmişse kanaatlerini kendisi oluşturur, otoriteyi olduğu gibi kabul etmez. Otoriteye kendi fikirlerini, düşüncelerini kabul ettirmek ve onaylatmak için başvurur. Oysa kitap-filozofları yani çok okuyan ama az düşünen insanlar otorite, iktidar gibi gücü elinde tutan her şeye boyun eğerler ve ters düşmekten korktukları için de sistemin en katı savunucuları olurlar. Başkalarının fikirlerini yazdıkları kitapları okur onların fikirlerini toplar böylelikle kendilerine ait olduğunu düşündükleri düşünce sistemi oluştururlar. Fakat ellerinden öğrendikleri daha doğrusu üzerinde düşünmeden ezberledikleri o bilgiler alındığında geriye hiçbir şey kalmıyor. Üzerinde belkide birkaç beden büyük olan o gömlek çıkarıldığında üryan kalmaya mahkumdurlar. Kendi kendine düşünen birey ise tabiatta var olanlar üzerinde düşündüğünde analizini yaptığında kendi düşünceleriyle kendine uygun bir sistem geliştirir ve bu sistem ona o kadar aittir ki kendisine bir uzuv gibi bağlıdır.

IV.

Martin Heidegger “düşünme meselesi her zaman şaşırtıcıdır, önyargıdan kurtulduğumuz ölçüde daha fazla böyledir.  Önyargıdan kurtulmak için, dinlemeye hazır ve istekli olmalıyız.” diyor. Kendi hayatımıza dönelim hemen örneğin bir öğrencinin matematik dersine karşı önyargılı olduğunu düşünün. Önüne gelen çeşitli zorluklardaki soruları çözemiyor. Bu acaba neyi ifade ediyor, öğrenci gerçekten zor olduğu için mi yapamıyor yoksa yapamayacağını düşündüğü için mi istediği başarıya ulaşamıyor? Gerçekten öğrenmeye istekli olduğu halde konunun zorluğunu da göz önüne alarak anlamadığı için yapamıyor olabilir fakat yapamayacağına dair önyargılı yaklaştığı için üzerinde düşünüp vakit ayırmadığından dolayı da yapamıyor olabilir. Önyargıdan arındırılmış bir kişi biraz ütopik gelebilir,belli konulardan önyargılarımız bizi tehlikeden koruyabilir. Ancak önyargılarımızdan uzaklaştıkça düşünmeye başlarız,neden böyle,acaba ne oldu da böyle oldu diye irdelemeye başlarız ve öğrenmeye açık hale geliriz.

Bir kişiye ya da duruma karşı olan önyargıdan kurtulmak için dinlemeye hazır olmak gerekiyor demiştik. Öfkeli, önyargılı yaklaştığımızda, duygusallığın yoğun olduğu bir anda dinlemeye açık olmadığımız kesindir. Dinlemediğimiz için anlamıyoruz, anlamadığımız için üzerinde düşünmüyoruz. Önyargıdan kurtulduğumuz ölçüde hem anlayan hemde anlaşılan oluruz. İnsanları ya da durumları kendi fikirlerimiz çerçevesinde olduğumuz profillere koymak veya koymaya çalışmak, hayata dar bir pencereden bakmak, madalyonun ikinci yüzünü yok saymak, değişimin gücüne inanmamak gibi durumlar önyargıyı geliştirir ve pekiştirir. Önyargıları beslemek gibi söndürmek de insanın elindedir. Hayata bakış açısını değiştirmek, ikinci bir olasılığın olduğunu düşünmek, kişilere kendini ifade etme fırsatı sunmaktadır ve durumlara pozitif yaklaşmaya çalışmak da önyargıdan kurtulmak için gereklidir. Aslında başkasının bize ne kadar önyargılı davranmasını istiyorsak onlara da o kadar önyargıyla yaklaşmalıyız.

Genel olarak baktığımızda bir konu,olay ya da olgu üzerinde kendimize ait fikirler beyan etmek, zihinsel-duygusal gelişimin olması, zihinsel-duygusal olgunlaşma, kendini geliştirme ve gerçekleştirme için çokca düşünmek ve düşüncelerimizi eyleme geçirmeye ihtiyacımız vardır. Salt okumanın düşünce dünyamızdaki yansımasının yetersizliği düşüncenin önemini ortaya koymaktadır. Kitaptan çıkardığım dersler ve kitap hakkındaki incelemem bu şekildedir. Umarım keyif alarak okursunuz. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle…

YAZAR BİLGİSİ
Kafkas Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünden 2019 yılında mezun oldum. NewsPdr'den Aile Danışmanlığı eğitimini alıyorum. Yaygın gelişimsel bozukluğu olan bireylerle 1 yıl görme engelli bireylere 6 ay çalıştım. Özel gereksinime ihtiyacı olan bireylerle ilgilenmeyi seven bir psikolojik danışmanım. Bir yıla yakındır özel eğitim merkezinde psikolojik danışmanlık yapıyorum. Kendince şiir yazan biri ve amatör fotoğrafçıyım.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.