Sorumluluk Haricinde Her Şeyi Verdiğimiz Çocuklarımız

13.03.2017
952
Sorumluluk Haricinde Her Şeyi Verdiğimiz Çocuklarımız

Sorumluluk Haricinde Her Şeyi Verdiğimiz Çocuklarımız

Çocuklarımız… Hayatımızı değil, ama hayat denen olguyu devam ettirmek adına dünyaya getirdiğimiz, sevgimiz dışında hayallerimizi, umutlarımızı, imkanlarımızı da aşıladığımız koca bir ormanda bir damla günışığı bulmak adına çok zorlu bir rekabetin beklediği yavrularımız. Bizim bir kopyamız da olsalar benzersiz yansımalarımız…

Çocuk yetiştirmek, bir gölgeden bir mum yetiştirmektir. Karanlığa ışık ekmektir. Köre gökkuşağını göstermektir. Sağıra senfoni orkestrası dinletmektir. Ruhu ilkellik hapsinden kurtarıp özgürleştirmektir. Bağımsızlık ve biriciklikle kişiliği süslemektir. İşin özü çocuk da onu yetiştirmek de zahmetlidir, sabır gerektirir…

Bağımsızlıktan söz etmişken bağımsızlığın belki de temeli olan sorumluluktan söz etmek istiyorum bu haftaki yazımda. Her şeyi verdiğimiz çocuklarımızdan nedense esirgediğimiz sorumluluk duygusundan. Çocuklara iyi niyetle yaklaşıyoruz zannederken yaptığımız en büyük kötülükten, sorumluluk vermemekten söz etmek istiyorum.

Kültürümüzde çocuk, insandan çok farklı bir canlı olarak görülüyor gözlemlediğim kadarıyla. Sanki çocuk insan olarak doğmuyormuş da ergenlikten sonra bir noktada bir sabah dünyaya gözlerini insan olarak açıyormuş gibi. O nedenle dilimize pelesenk olmuş sözler dizisi vardır: “Çocuktur, hoş gör. Çocuktur, yapar. Çocuktur, anlamaz. Çocuktur, bilmez. Çocuktur, yapamaz.”.

Elbette çocuklar doğar doğmaz çok ciddi bir yetişme sürecine tabii tutulurlar, çünkü halletmeleri gereken pek çok mesele vardır. Dünyayı tanımamaktadırlar, tanımaları gerekir. İletişim kuramamaktadırlar, kurabilmeleri gerekir. İlerleyemiyorlardır, yürüyebilmeleri gerekir… Doğduktan itibaren çocuğun halletmesi gereken pek çok mesele vardır ve zaman aslında oldukça dardır. 6 yıl gibi kısacık bir zaman diliminde çocuk konuşmayı, yürümeyi, tuvalete gitmeyi, insanlarla iletişim kurmayı, arkadaş edinmeyi, temel kavram ve şekilleri, dans etmeyi, oyun oynamayı öğrenmelidir ve edinmelidir.

Bunların yanında bu altı yılda belki de çocuğun ileriki hayatında işine en çok yarayacak şeylerden biri sorumluluk duygusudur. Çocuğun önce kendisinden sonra yaptığı işten, gerçekleştirdiği eylemlerden dolayı kendisini sorumlu hissetmesidir. Hata yaptığı zaman telafi edebilmesidir. Zamanını ayarlayabilmesidir. Eşyalarına sahip çıkabilmesidir. Düzene ve kurallara saygı gösterebilmesidir.

Fakat biz çocukların bir sabah uyanıp yetişkin insan gözleriyle dünyaya bakacağına inandığımız için onlara bir kota koymuşuzdur. Çocukluklarında göz yumduğumuz her hatalarına bir gün gelir katlanamaz oluruz. “Sen artık ‘çocuk’ değilsin, ‘büyüdün’. Odanı topla, çantanı hazırla, saatinde uyu, eve geç gelme, abur cubur yeme, paranı dikkatli harca, eşyana sahip çık, sana söyleneni yap…” bunları sayar sayar sıralarız. Fakat bu söylediklerimizin pek çoğunun çocuğun ‘büyümeden’ önce de yapması gereken şeyler olduğunu bilmeden çocuk yetiştirmeye devam ediyoruz.

Çocuklarımıza her şeyi veriyoruz, ihtiyacı olsun olmasın her şeyi önlerine sunuyoruz. Beş yaşında çocuğa en az iki bin liralık tabletler alıyoruz. Pantolonunun paçası kirlense hemen yenisini alıyoruz. Cips mi istedi, eline beş lira sıkıştırıp bakkala yolluyoruz. Akşam yaptığınız yemeği beğenmedi mi, hay hay hemen patates kızartıp makarna yapıp önüne koyuyoruz. Canı gece saat bire kadar çizgi film mi izlemek istedi, ne demek lafı bile olmaz… Okulda yine boyama kalemlerini mi kaybetti, feda olsun beşinci kutuyu alırsınız ne gam? Odası köpek bağlasan durmayacak halde mi, olsun ziyanı yok biz neciyiz hemen temizleriz… Fermuarını iliklemeye üşeniyor mu, ay zaten küçücük elleri bir de onunla mı uğraşacak? Ayakkabı, çorap, şapka, ceket, eldiven, pantolon… Ay uğraşmasın biz giydiriveririz. O yeter ki gülsün, mutlu olsun, hiçbir şeyden eksik kalmasın…

Eksik kalsın!

Eksik kalıversin!

Yok nedir, yokluk nedir, alamayız nedir, hayır nedir bilsin!

Öğretin!

“Hocam şimdi sınıfındaki herkeste tablet var benimki de istedi, aldık…”

Ben çocukken de sınıfta bisikleti olanlar, evde bilgisayarı olanlar, evde kendisine ait odası, dolabı olanlar vardı!

Annemlerin zamanında sınıflarında evinde telefonu olanlar, ayrı odaları olanlar, buzdolabı olanlar, renkli kalemleri olanlar, çeşit çeşit defterleri olanlar, renk renk kıyafetleri olanlar, marka ayakkabı giyenler vardı!

Daha da uzar bu liste!

Mesele teknolojinin yaygınlaşması veyahut nispeten daha ulaşılabilir olması değil… Mesele zengin olmak ya da fakir olmakla ilgili de değil. Mesele ihtiyaçları temelden zevke göre sıralayabilmek ki şu an pek çok aile bunu başaramıyor.

Beş çocuklu aile, baba asgari ücretle dönemlik çalışıyor, anne okuma yazma bilmiyor. Evleri ısınmıyor, senelerdir eve kıyma bile girmiyor, kira borçları birikmiş ama evde ne hikmetse tablet var telefon var!

Çocuk hayatında muz yememiş, ama tabletteki her oyunu şakır şakır anlatıyor size. Kapısının kilidi bozuk olan evlerde HD Plazma televizyonlar var!

Tam tersi aşırı zengin olup çocuğunu kanaatkar yetiştiren, ergenlikte hayatı tanıması için basit işlerde çalışması adına onu teşvik eden ebeveynler de var.

Yani mevzu para değil, sorumluluk duygusunun birinci koşulu şudur: Önce temel ihtiyaçların ne olduğunu belirlemelisiniz ve gerçekçi olmalısınız.

Eskiden çocuklar bu kadar ‘şımarık’, bu kadar ‘vurdumduymaz’, bu kadar ‘serbest’ değildi; evet. Bundan çokça şikayet ederiz. Eskiden böyle miydi, evet değildi. Eskinin insanı daha kanaatkardı. Çünkü gerçekten de yoktu ve temel ihtiyaçlar varken lükse kaçmak görgüsüzlüktü, aptallıktı. Elbette çok zengin olanlar, çocuğunu okula arabayla götürüp getiren insanlar da vardı, ama aynı mahallede bırak servisi okula yürüyerek gidip gelen birçok çocuk vardı. Eskinin insanı belki daha eğitimsizdi, ama şimdiki eğitimli cahil anne babalardan daha bilinçliydi. İhtiyaç sıralamasını gerçekçi bir şekilde yapıyorlardı. O zamanlar da çocuklar arkadaşlarının yeni kıyafetlerine özeniyor, renkli ayakkabılar giymek istiyorlardı belki ama anne babalarının ne zorluklarla para kazandıklarını ve imkanlarının sınırlarını çok iyi biliyorlardı. Anne babalar da o zamanlar zaten dönem dönem imkanları da olsa çocuklarına her şeyi almaları gerektiği gibi tuhaf bir inanışa sahip de değillerdi. Çocuk her şekilde büyüyordu, bu anlayışın pek çok zararı olsa da aslında pek çok faydası da vardı; çünkü kısıtlı imkanda çocuk sınırını biliyor, ona göre hareket ediyor, daha fazla sorumluluk alıyordu.

“Hocam hep anlatıyorum, ne kadar ağır çalıştığımızı, borçlarımızın olduğunu hep anlatıyorum ama beni dinlemiyor, almadım diye ağlıyor…”

Ağlar, ağlayacak da… Çocuklar, sizin evden uzakta hangi koşullarda nasıl çalıştığınızı ve ne iş yaptığınızı tam olarak anlayamaz ve algılayamazlar. Onların gözünde siz belirli saatlerde evden çıkıp işe giden ve geldiğinizde öteberi getiren varlıklarsınız. Çocuklar çalışma koşullarını anlayacak idrake sahip olmadıkları için sizin ne kadar parayı hangi çabayla kazandığınızı anlayamazlar!

Bunu anlayabilmeleri için çocukların çok küçük yaştan itibaren “Yok, alamayız, hayır.” cümlelerine alışması ve gerçekten de almayacağınızı anlaması şarttır! Böyle bir çocuk evin koşullarını, sizin koşullarınızı anlar ve kendisine alınan eşyaya değer verip sahip çıkar. İhtiyaçlarını bilir ve buna göre davranır. Ortaokulda hala çantasını unutup eve gelen çocuk yetiştirmek istemiyorsanız yapmanız gereken ilk şey çocuğunuzun “Hayır, almayacağım, alamayız, paramız yok.” sözüne alışmasını sağlamaktır. Bozulan, kırılan, unutulan, kirlenen eşyalarının ve kıyafetlerinin yerine anında yenisi gelen hiçbir çocuk eşyasının sorumluluğunu alma ihtiyacı duymaz, çünkü bu kaynağın sonsuz olduğunu düşünür ve işine de gelir, çünkü çocuklar bencildir.

İkinci bir husus çocuğun kendi hayatının sorumluluğunu almaya başlamasıdır. “Yapamaz, anlamaz, kavramaz.” sözlerini literatürden silin ve çocuğunuzun potansiyeli dahilinde neler yapabileceğini keşfetmeye çalışın.

  • Sizin giydirdiğiniz kadar hızlı giyinemeyebilir, ama çocuğunuzun kendi başına giyinmesine izin verin. Havaların gidişatına uygun kıyafet seçmesi konusunda onu teşvik edin, hava durumuna göre onu giydirmeyi bırakın. Hava yağmurlu ve soğuksa nasıl giyinmesi gerektiğine durumu gözlemleyip kendisinin karar vermesine ve bunun sonuçlarının sorumluluğunu almasına olanak tanıyın. Onun montunu, şapkasını vestiyer gibi evden okula, okuldan eve taşımayın! Montunu asmayı, şapkalarını, eldivenlerini korumayı başka türlü öğrenmesi mümkün değildir!
  • Sizin temizlediğiniz kadar hızlı temizlemeyebilir, ama çocuğunuzun kendi odasını ve eşyalarını düzenlemesine, temizlemesine izin verin; bunu teşvik edin. Odasında kendi düzenini kurması için ona yardımcı olun. Eşyalarını, oyuncaklarını, kitaplarını nasıl yerleştireceğine, nasıl kategorize edeceğine kendi başına karar vermesi için onu motive edin. Siz yerleştirmeyin, onun yerleştirmesine izin verin ya da yardım ederek birlikte yapın. “Anneaaaaa, babaaaağğğ şu nerdeeeee, bu nerdeeeee?” diye kendi odasındaki eşyanın hangi dolapta olduğunu bilmeyen çocuklar yetiştirmeyin. Gerekirse evdeki diğer odalardaki eşyaların yerini öğretin. Mutfakta tabaklar hangi dolapta, bardaklar hangi rafta, kaşık çatallar hangi çekmecede bunları öğrenmesini sağlayın. Bunu oyun haline dönüştürebilirsiniz, “Ne Nerede?” oyunu oynayabilirsiniz. Okul döneminde ders programı hazırlamasını ve buna uygun bir şekilde çantasını düzenlemesini sağlamaya çalışın. Ders programı, onun ders programı. Sizin değil. Buna uyması gerekenin ve buna uygun çanta hazırlamak zorunda olanın siz değil de o olduğunu unutmayın, çocuğunuzun kendi çantasını kendisinin hazırlamasını ve kendisinin taşımasını teşvik edin.
  • Döke saça yiyebilir, ancak kendi yemeğini ne kadar erken yaşta kendi başına yemeye başlarsa bunun psikomotor becerilerini yani ileride kalem tutup yazı yazabilmesini olumlu yönde etkileyeceğini unutmayın. Akşam yemeklerine burun kıvırdığında onu doyurmanın sorumluluğunu almak zorunda hissetmeyin kendinizi, çünkü bunu zaten yaptınız. Eğer o yemeği yemezse başka bir şansı olmadığını anlamasını sağlayın. Yurtta kalan çocukları düşünün, beğenseler de beğenmeseler de pek çok yemeği pekala da yiyebildiklerini aklınızdan çıkarmayın. Bir gece açlığı hisseden çocuk ertesi akşam keyfine göre yemek isteğinde bulunmayacaktır. Sofrada beraber yemek ve sohbet etmek evin en önemli kültürlerinden biridir. Yemek yerken televizyonu kapatın, telefonları masadan kaldırın. Evde yemek saatinin özel bir an olduğu duygusunun ailenin tüm bireyleri tarafından benimsenmesi aile içi iletişimi arttıran en önemli faktörlerden biridir, böyle bir düzende çocuk yemeğe saatinde gelmeyi ve yemekten saatinde kalkmayı çok daha rahat öğrenecektir.
  • Eşyasını unuttuğunda, kaybettiğinde, bozduğunda, kırdığında koşa koşa yenisini almak yerine bunun bedelini ödemesi için fırsat yaratın, harçlıklarını biriktirip yenisini almasına teşvik edin; bu hem çocukta tasarruf duygusunu geliştirir, hem sabretmeyi öğrenir, hem de paranın ve eşyanın kıymetini daha çabuk kavrar. Kendisine sunulan imkanların kolay kazanılmadığı, hayatta bir şeyler kazanmak ve başarmak için çaba harcamak gerektiği bilincini erken yaşta edinmesi çocuğunuzun hayata 1-0 önde başlamasını sağlayacaktır.
  • Bir hata yaptığında anında bu hatanın izlerini silmeye çalışmayın, hoş görmeyin. Duygularınızı açıkça ifade edin ve ondan daha iyisini beklediğinizi, onun daha iyisini yapabileceğinizi bildiğinizi ona açıklamaktan çekinmeyin. Bu hatasını nasıl telafi edebileceği üzerinde konuşun, birlikte çözüm yolu arayın. Hatasının sorumluluğunu üstlenmesine izin verin, bunun insanlar arası ilişkide kilit bir beceri olduğunu unutmayın. İnsanlar arasındaki en büyük iletişim probleminin kendi suçunu asla kabullenmeyip sürekli karşı tarafta suç aramak olduğu gerçeğini göz önüne alacak olursanız çocuğunuzun kendi hatasını üstlenmesi, özür dilemesi ve telafi etmek için çabalaması kişiliğinin daha sağlam temeller üstüne kurulmasını sağlayacak çok güçlü ve önemli bir koşuldur.
  • Çocuğunuzun görevlerini onun yerine yapmayın, yapması gereken ödevleri onun yerine bitirmeyin. Karşılaştığı her zorlukta onun yerine cevap ya da tepki vermeyin. Çocuğunuzun hayal kırıklığı yaşamasına, zorlanmasına, çaba harcamasına izin verin. Yarım yamalak da olsa, hatalı da olsa, yanlış da olsa kendisine verilen görevi yerine getirmesinin onun sorumluluğu olduğu bilincini aşılayın. Önemli olan mükemmellik değil, yapabileceğinin en iyisini yapmasıdır. Ayrıca sürekli öğretmenin cezasıyla korkutulan çocuklar başaracakları şeyleri bile denemekten çekinir, kınanma, ceza alma korkusuyla hiç başlamaz ve sizin daha iyi yapacağınız ön kabulüyle sorumluluğu size atmaya çalışırlar. Bu konuda öğretmeniyle de işbirliği içinde olmanız önemlidir, aşırı korkutma girişkenliğini kaybeden çocuk demektir. “Ödevini yapmazsan öğretmenin sana kızar, sana ceza verir!” diye korkutmak yerine “Ödevini yapman senin için önemli, senin kendini geliştirmen için önemli. Öğretmenin kızsa da kızmasa da ödevini yapmalısın. Eğer ödevini yapmamayı seçersen bunun sorumluluğunu almalısın ve öğretmenin sana bu konuda soru sorduğunda vereceğin cevabı şimdiden hazırlamalısın.” cümlesini söylemek çocuğun kendi durumu hakkında düşünmesine, insan ilişkilerinde yerine getirilmeyen sorumlulukların bir bedeli olduğunu idrak etmesine yardımcı olur. Onun yerine ödev yapmanız onu mezuniyete kadar kurtarır, sonraki hayatında sadece ondan beklenen görevlerin pek çoğunu yapamadığınızda çocuğunuz çok büyük hayal kırıklığına uğrayacaktır.
  • Çocuğunuzun kurallara uyması ve söz dinlemesi için onunla pazarlık yapmayın. Onun sizin denginiz olmadığını, ticaret yapmadığınızı unutmayın! “Şunu yaparsan sana şunu alırım, kardeşine oyuncağını verirsen sana daha güzelini alırım, susarsan sana para veririm.” gibi çözümler anlıktır ve çocukta karşılık alamayacaksa hiçbir şey yapmasına gerek olmadığı izlenimini katılaştırır. Evde uyulması gereken kuralların sağladığı faydaları çocuğunuza net bir şekilde açıklayın, çocuğunuzun da bu kurallarda söz sahibi olmasına izin verin. Kurallara uymayı sadece çocuğunuzdan beklemeyin, bu konuda ona model olun. Ayrıca çocuğunuzla karne notu üstünden pazarlık yapmayın. Bu çocuğun ders başarısını sadece bisiklet, oyuncak, tatil, tablet, bilgisayar, telefon gibi ödülleri kazanmak adına bir koşul olarak görmesine neden olur. Ödülleri azaltın ve hediye-paylaşma kavramlarının baskın olması için çaba gösterin. Söz verilen bir ödüldense içten gelen bir hediyenin, paylaşılan bir yiyecek, eşya, duygu, etkinlik, olgu veya kavramın daha değerli olduğunu unutmayın.
  • Çocuğunuzun sınır duygusunu içselleştirmek için harekete geçin. Önce bedensel sınırına sonra kişisel eşyalarına saygı duyun ve aynı saygıyı ondan da bekleyin. İzin alma ve izin verme hususlarında bilinçli olması için çaba gösterin. Bu konuda en güzel yöntem ona örnek olmaktır. Çocuğunuzdan izin almasını bekliyorsanız aynı şekilde siz de bazı konularda çocuğunuzun izin vermesini beklemelisiniz. Odasına izinsiz girmeyin, eşyalarına izinsiz dokunmayın, onun adına izinsiz konuşmayın; cevap vermeyin, onun özelini ondan izinsiz paylaşmayın. Böyle bir tutum çocuğun da aynı şekilde davranmasını ve bu kültürü devam ettirmek için çabalamasını sağlayacaktır. Aynı şekilde çocuk kendisini tanıtırken, arkadaş edinirken de inisiyatif almayı, başkalarının sınırlarına saygı duymayı, izinsiz ne bedene ne de eşyaya müdahale etmeyi içselleştirecektir.
  • Çocuğunuzun okuldaki ilişkilerini takip edin, fakat bunlara dahil olmaya çalışmayın, müdahale etmeyin. Sınıftaki her öğrencinin ne yaşadığını, kimin kime küs olduğunu, kimin kimin yanında oturduğunu bilmek zorunda değilsiniz. Çocuğunuzun kimlerle arkadaşlık kurduğunu, neler yaşadığını öğrenin. Yaşadığı güzel anıları paylaşın, karşılaştığı zorlukları nasıl aşacağı konusunda fikir alışverişi yapın. Okulu mümkün mertebe çocuğa bırakın, çocuğun kendi arkadaşlık ilişkilerini düzenlemesine, kararlar almasına, mesafeyi ayarlamasına ortam hazırlayın. Olağanüstü durumlar, toplantılar, etkinlikler, gösteriler vs. haricinde okul ortamında olmaktan kaçının. Çocuğunuzun ev dışında başka bir ortamda hayatla mücadele etmesi ne kadar erken yaşta gerçekleşmeye başlarsa o kadar iyidir ve o kadar güçlü bir şekilde çocuğunuzu geleceğe hazırlar. Elinizi eteğinizi tamamen çekmeyin, sadece destek güç olarak gerektiğinde daima onun yanında olacağınız hissini benimsemesini sağlayın.
  • Çocuğunuzun sadece kendisine, ailesine, arkadaşlarına, öğretmenine karşı değil çevresine, ülkesine, yaşadığı dünyaya karşı da sorumlu hissetmesi önemlidir. Onun yaşına uygun bir şekilde ve dedikoduya kaçmadan yaşadığı mahalledeki insanların durumlarından söz edebilirsiniz. Hayvanların, doğanın önemini kavraması için küçük yaşta başka canlıların yaşama hakkına da saygı duymayı içselleştirmesi için ona model olabilirsiniz. Dünyadaki açlık, susuzluk, fakirlik, savaş, kirlilik, adaletsizlik gibi konularda yaşına uygun olarak onunla konuşabilir, onun bu konular hakkında düşünmesini teşvik edebilir, hatta çözüm yöntemi için beyin fırtınası yapmasına olanak sağlayabilirsiniz. Çocuğun sadece kendisine değil yaşadığı dünyaya karşı da kendisini sorumlu hissetmesi, dünyadaki canlılara ve gelecek nesle nasıl bir hayat bırakılacağına dair fikir yürütmesi, uyulması gereken kuralları ve gerçekleştirilmesi gereken aşamaları öğrenmeye başlaması duyarlı ve girişken bir şekilde yetişmesi için de oldukça önemli bir koşuldur.

Kısacası çocuğun insandan farklı bir canlı olmadığını, hem kendisine, hem ailesine, hem çevresine hem de dünyasına karşı sorumluluklarının olduğunu kavramak bize zor gelse de aslında algımızı değiştirmekle başlayacak her şey. Evinizde nasıl bir dünya kurguluyorsanız çocuk dışarıdaki dünyayı da öyle zannedecektir. Hiçbir sorumluluk almadan yalnızca almaya alışan kuralsız büyüyen bir çocuk gerçek hayatla yüzleştiğinde büyük hayal kırıklığıyla mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ancak küçük yaştan itibaren kuralları, sınırları, disiplini, kültürü tanıyan çocuk kendisinden başlayarak tüm çevresine karşı sorumluluk ve duyarlılık geliştirecektir.

Oyuncak bebekle oynamadığımızı, gerçekten insan yetiştirdiğimizi ve zor olanın sürekli fedakarlık yapmak değil; gerektiğinde fedakarlık yapabilecek bireyler inşa etmek olduğunu anlayacağımız güzel günler dileğiyle…

 

Yağmur Cenan BOYACI
Psikolojik Danışman
yagmurcenanboyaci@hotmail.com

YAZAR BİLGİSİ
1992 Manisa - Turgutlu doğumluyum. İlköğretimi Turgutlu Cumhuriyet İlköğretim Okulu ve Bandırma İlköğretim Okulu'nda, lise eğitimimi Bandırma Ayyıldız Anadolu Lisesi'nde tamamladım. 2010 yılında kazandığım İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık lisans bölümünden 2014 yılında mezun oldum. 2015 yılında İstanbul Gaziosmanpaşa 23 Nisan İlkokulu'na psikolojik danışman olarak atandım. Hâlâ aynı yerde görev yapmaktayım. Meslekte beşinci yılımı doldurdum. Lisans eğitimime ek olarak Cognitive Assessment System (CAS) test eğitimini de almış bulunmaktayım.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.