Herkes Kendi Hayatının Kahramanı – Kitap inceleme

10.04.2017
2.763
Herkes Kendi Hayatının Kahramanı – Kitap inceleme


İNSANIN KENDİYLE TANIŞTIĞINA

MEMNUN OLMA YA DA OLMAMA HALİ…

“HERKES KENDİ HAYATININ KAHRAMANI” ADLI KİTABIN GENİŞ ÖZET VE YORUMU-1

Gülcan ÖZER’in Haziran 2016’da okuyucuyla tanıştırdığı “Herkes kendi hayatının kahramanı” isimli kitabı, insan yaşamındaki mihenk taşları, gelişimsel süreçleri ve psikososyal kuramın evrelerini anlatmaktadır. Okuyucuyu yoran bilimsel dilden uzak, kahve eşliğinde okunabilecek, defalarca altları çizilebilecek satırlardan oluşan bu kitap ana başlıklar halinde bölümlere ayrılmış ve okuyucunun sayfa takibi yapmadan öncelikle okumak istediği bölümlere ulaşmasını kolaylaştırmıştır.

Kitabın arka kapağında yazar; okuyucuyu bir düelloya davet eder. “Gücünüz yeterse kendi ruhunuzla tanışın, ahbaplığın zevkine varın, kendinize samimi olmanın hafifliğini yaşayın, yetmiyorsa bu mecralardan uzak durun” diyerek kitabın sayfaları arasında okuyucuyu nelerin beklediğinin bilgisini de verir ve sonuna ekler; “istediğinizi alın, istemediğinizi bırakın…” Bu sözden destek alan okuyucu kitabın kapağını açmayı başarır…

Kitabın ön sözünde kendisini “ses bulucu” olarak tanımlar. Kişilerin gönül sesini keşfetmeyi, bu sesi dış sesten ayrıştırmayı ve kişiyi kendi gönül sesiyle tanıştırmayı terapi odalarındaki en büyük amaç olarak belirtir.

Kitabın her bölümün sonunda konuyla ilgili yazarın dileği vardır. Kitap; “ömrünüzün gönlünüze münasip olmasını dilerim” ile başlar ve dileklerden oluşan uzun bir son söz ile biter.

Kitabın başında kişilerin aşk ile tanışmasını, aşık olduktan sonra kurulan hayalleri, aşk geçtikten sonra yaşanan hayal kırıklığını, ilişkiye dönmeyi başaramayan aşkların yaşanma ve bitiş sürecini tanımlar. Kişilerin ilişkide söylediklerinin, söylemek istediklerinin, kendilerine dahi söyleyemediklerinin örüntüsü içinde olduklarını fark etmelerinin ne kadar kıymetli bir kazanım olduğunu anlatır. En iyi evlilik tarifinin kendini iyi kötü ne varsa karşındakine önce açabilmek sonra emanet edebilmek olduğunu ekler.

İnsan yaşamının ve toplumsal saatinin neredeyse olmazsa olmazı haline getirilen evlilik kurumunun yüzyıllardır zaman zaman “felaket” olarak adlandırılabilecek sonuçları olmasına rağmen dünyanın en büyük gönüllü organizasyonu olarak ayakta kalabildiğini, kendisine yatırım yapanların neredeyse yarısını hayal kırıklığına uğratan ve iflas ettiren bir kurum olduğunu, istatistiklere göre birçok ülkede her iki evlilikten birinin boşanmayla sonuçlandığını dile getirir. Bunca olumsuz istatistik, bir iş ortaklığında söz konusu olsaydı kişinin tüm yatırımını bu kuruma yapıp yapmayacağını okuyucunun sorgulamasını ister ve ekler; “evlilik bir fantezidir; hayat öykümüze eşlik edecek yareni, bizi kabul buyuracak eşi, insan canlısının makus yalnızlığını öteki yarısında arama fantezisidir. Evlilikler her zaman yeniden tarif edilir, ikinci, üçüncü evlilikler yapılır ve gönüllü organizasyon her zaman sahnedeki yerini korur”.

Evliliğe hazır olup olmadığını kişinin anlaması için kendisine şu soruyu sormasını ister; “değiştirmek üzere mi evleniyorum, yoksa olanı kabul mü ediyorum?”. Evliliğin ve aşık olma halinin birbiriyle bağlantısız olduğunu anımsatan yazar, aşkın kendiliğinden başlayan ve biten coşkusu olduğunu ve bu coşkunun evliliğin hayli emek isteyen şeklinden farklı olduğunu anımsatır.

Evlenme nedeninin bir süre sonra boşanma nedenine dönüştüğünü, ihtiyaçlardaki öncelik sıralamasının değişmesinin bu duruma neden olduğunu ifade eder ve ekler; “biriyle evlenilmez, birinin aile dinamiği ve kültürü ile de evlenilir”. Evlilik insanın kendi alt kültüründeki bilgileri ortaya çıkarmasını sağlamakta ve tanınan sevgilinin tanınmayan bir eşe dönüşme sahnesini sergilemektedir. “Aldatıldım” duygusunun ” ben de değiştim, farklılaştım” duygusuna dönmesi ilişkide barışın yapılmasını destekler. Geçinmeye gönüllü olduktan sonra evlilik sürecinde yaşanan tüm sıkıntıların çözümlenebileceğini de bölümün sonunda belirtir.

Kişinin anne babasıyla kurduğu ya da kuramadığı ilişkinin, kendine seçeceği eş ile bağlantılı olup olmadığını ise başka bir bölümde anlatır. Seçilen eşin aynı zamanda kişinin ihtiyaçlarını transfer edeceği yeni bir adres olup olmadığını sorgular. Köken ailenin kişinin kaderi olduğunu, yeni kurulan aileye köken ailede karşılanmayan ihtiyaçları aktarmayanların, “hayatın lezzetini önemseyen” kişiler olduğunu ve geleceklerini kendi ceplerine koyduklarını belirtir.

Burada sorun yaşayan kişilerin köken ailesinde karşılanmayan ihtiyaçların yeni aileye aktaran kişiler olduğunu söyler ve “damat kayınpeder toprağından olur, her kız kendi annesinin kaderini yaşar” inançlarının dört bir yanı sardığını dile getirir. İnsanın bildiği, iyi tanıdığı ilişki tipini seçişi, kendi mağduriyetinden vazgeçmekteki zorluğu, tahsil edemediği alacakları, benzer bir adres bulup ondan tahsil etmek isteyişi yaşamın bu dönemecinde birçok insanın karşısına çıkar. Herkesin kendisini geçmiş, gelecek ve hayallerle harmanladığını, ailenin zaman zaman yük zaman zaman ise ışık olduğunu, kişinin sürekli kendisini okumasının ve tanımaya çalışmasının hayat boyu süren bir yolculuk olduğunu sözlerine ekler.

Not: Kitabın geniş özeti ve yorumlanması bir yazı dizisi şeklinde tasarlanmıştır. Her hafta pazartesi yeni yazı yayınlanacaktır.

 

Bingül UZEL
Uzm. Psikolojik Danışman
bingul_1986@hotmail.com

YAZAR BİLGİSİ
Rehberlik Servisi
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.