Günah Keçisi Çizgi Filmlerin Yararları

17.01.2017
3.043
Günah Keçisi Çizgi Filmlerin Yararları

GÜNAH KEÇİSİ ÇİZGİ FİLMLERİN YARARLARI

Çizgi filmler… Sayıları günden güne artan, hatta kendi tematik kanallarını yaratmış, reyting hesaplamalarında görünmeyen ciddi paylara sahip, televizyon yetmiyorsa internette de bulunan her türden, her dilden, her ülkeden yapımlar, eserler… Ülkemizde belki TRT’nin ilk yayın döneminden bu yana dublaj yoluyla çeşitli yabancı çizgi filmlerin evlerimize misafir olmaya başlamasıyla aslında baya da geçmişe sahip olan eserler… Ancak nedense “Çizgi film çocuk işidir, büyükler izlemez.” denilerek küçümsenen, yetişkinlerin pek ilgilenmediği, anlamaya çalışmadığı; bu nedenle çocukların zihni etkilenmesin bahanesiyle sansürlenmesini, naifleşmesini istedikleri, hatta bu konuda baskı yaptıkları yapımlar.

Çizgi filmler hakkında çokça tartışma var. Kaç saat izlenmeli, konusu ne olmalı, hangi yaş grubu hangi çizgi filmi izlemeli, hangi kanaldakileri izlemek daha sağlıklı… Hatta paranoyak ruhluların “Orasında SEX yazıyor, burasında penis şekli varmış, çizgi filmler illüminatiye hizmet ediyormuş…” gibi karalamaya çalıştığı eserler, çizgi filmler. Gördüğüm kadarıyla halkın büyük çoğunluğu çizgi filmler naif olsun, öğretici olsun, hatta yer yer didaktik olsun, fazla dövüş, canavar olmasın, olanlar yayından kaldırılsın talebinde bulunuyor. Çocukların zihninin soyutla – somutu, gerçekle hayaliyi ayıramadığını, bu eserlerden çokça etkilendikleri iddiasında bulunuyorlar.

Bir derecede de haklılar aslında, evet her yaş grubu her çizgi filmi izlemez, izlese de anlamaz. Ancak bizim insanımızda çizgi filmi referans alan bir kolaycılık da var maalesef. Çocuğun yetişkin çevresinden model alarak öğrenmesi gereken pek çok şey çizgi filmlerle öğretilmeye çalışılıyor. Çocuk teşekkür etme, özür dileme, izin isteme, yardım etme, paylaşma, sorumluluklarını yerine getirme, düşünceli olma, borcunu ödeme, hatasını telafi etme, tutumlu olma, sabırlı olma gibi sayamayacağım pek çok davranışsal örüntüyü çizgi filmlerden öğrenmek zorunda kalıyor. Pepee özür diledi diye özür dilemeye başlayan, Niloya arkadaşının oyuncağını almadan önce izin istedi diye izin istemeye başlayan çocuklar çok fazla.

Şunu sorgulamamız gerek önce, çocukların bu tarz şeyleri çoğunlukla bu yapımlardan öğrenmesi doğru mu? Kaldı ki çevresinde bu tarz görgü kurallarına şahit olmayan çocukta bu davranış kalıpları ne kadar kalıcı olur? Sevgili kızınız Dilara, Niloya arkadaşıyla oyuncağını paylaştı diye kendi oyuncaklarını paylaşmaya ne kadar devam eder, siz en ufak bir eşyanızı bile paylaşmaya yanaşmazken… Ya da oğlunuz Koray, Keloğlan’dan öğrendiği yalan söylememe davranışını, siz sürekli telefondan birilerine yalan söylemeye devam ederken, ne kadar sürdürecektir?

Bunun yanısıra bu tutumun ülkedeki çizgi film sektörünün didaktik masal yapımından öteye gitmemesi, ithal edilen çizgi filmlerin çoğunlukla öğretici çizgide üretilenlerden olması gibi sonuçlara yol açabileceği de malumdur. Bir çizgi film sever olarak çizgi filmlerin tek amacının bir şeyler öğretmek ya da kazandırmak olmadığı görüşündeyim. Bir sanat eseri olan çizgi filmlerdeki bu sansürcü anlayışın düşünce ve üretim özgürlüğüne engel olacağı kanaatindeyim.

Evet, çocuklar çizgi filmlerden etkileniyor, internetten etkileniyor. Saldırganlaşabiliyor, sınır duygusunu yitiriyor, sevdiği hayali kahramanın işine gelen özelliklerini taklit edip sınıfın yaramazı olabiliyor. Hatta kendisini camdan atanı, balkondan atlayanı, kendisini asanı, evini yakanı vs bile var. Araştırsanız, çizgi filmleri, internet oyunlarını karalamak için elinizde binlerce veriniz olur. Hiç zorluk çekmezsiniz. Çizgi filmden etkilenip kendisine veya çevresine geçici, kalıcı zarar veren çocuk haberleriyle doludur internet. Böyle bir haberi okuyup “Çizgi filmler çocuğun beynine zararlı!” gibi bir çıkarımı anında yapabilirsiniz, tıpkı on beş yirmi yıl önce “Kemal Sunal filmleri çocukları gerizekalı yapıyormuş, çocuklara küfür öğretiyormuş…” söylentileri gibi…

İzlediği Pokemon çizgi filminden etkilenip “Ben Pikachu’yum!” diyerek (Ki Pikachu uçabilen bir Pokemon olmamasına rağmen!) yedinci kattan aşağı atlayan çocuktan sonra RTÜK uzun bir süre Pokemon’u yasakladı, ama kimse “Neden diğer çocuklar da atlamadı, bu çocuğu buna iten neydi?” diye sormadı. Sorun ürünün içeriğinde değil, o ürünle neler yapıldığında. Çocuklar çoğunlukla, kendilerini buna teşvik eden biri yoksa karşılarına konan her şeyi sorgusuz sualsiz benimserler. Sorgulamazlar. Bağlantı noktası aramazlar. Yanlışını doğrusunu tartmazlar. Bu Pokemon olabileceği gibi Ömer Seyfettin’in Diyet kitabı da olur, internette oynadıkları bir araba oyunu da.

Peki bunu engellemek için ne yapmak gerek? Her zaman yapmamız gereken şeyi, çocuğu herhangi bir şeye maruz bırakmaktansa her türlü sürecinde yanında olmak! Çocukları kitap başında, internet başında, televizyon başında yalnız bırakmamak! Çocukla birlikte okumak, izlemek, araştırmak ve tartışmak! Çocuğun önündeki ürünü nasıl kavrayacağına, onunla neler yapabileceğine dair ona yol göstermek, örnek olmak! Kocaman ve temelsiz bir önyargıyla çocukların ‘maruz’ kaldığı her şeyi sansürlemeye çalışmaktansa çocukların neden o şeye ‘maruz’ kaldığı ve çocuğun o şeylerden nasıl faydalanabileceği de düşünülmelidir. Tavsiyem büyüklerin kendisine de bir şans tanıması ve farklı bakış açılarıyla daha önceden karalanan bu eserleri incelemeleridir.

Gelelim çizgi filmlerin görünmeyen yararlarına. Sıkı bir çizgi film takipçisi olarak çok çeşitte izledim, gerek dublajla, gerek altyazıyla. Hatta altyazı hazırlamışlığım bile vardır. Çizgi film sevgisi çocukça eğlence anlayışımdan değil, çokça annemin de çizgi film sevgisinden kaynaklanmaktaydı, hala daha öyledir. Bu süreçte çizgi filmlerden çok fazla şey öğrendiğimi söyleyebilirim (özür dilemeyi, teşekkür etmeyi değil elbette)… Çizgi filmin genelde kendi ülkesindeki kültürel ögelerle dolu olduğunu, kendi ülkesinin genel kültürüne sıkça göndermeler yaptığını fark ettim mesela. Bir Amerikan çizgi filmiyle Japon çizgi filmi detaylı incelenirse birbirinden oldukça farklıydı. Kültürleri, gelenekleri, hatta inanmayacaksınız ama okullarındaki sınıf düzenleri bile. Hepsi tek bir tornadan çıkmıyordu, hepsi kendi kültürünü anlatıyordu. Kendi kültürünün ögelerine vurgu yapıyor, başka film, müzik, sanatçı, bilim insanı vs. ile bağlantı kuruyordu. Hepsinin kendine yönelik esprileri vardı ve yabancı dili çat pat biliyorsanız izlediğiniz şey Türkçe dublaj dahi olsa bu esprilerin orijinal hallerini çözmeye başlıyorsunuz…

Başka bir faydası ise çizgi filmlerin her yaştan, her cinsiyetten, her ırktan, her dilden, her ülkeden, her dinden çocuğa kendisini özdeşleştirebileceği, örnek alabileceği, yalnız olmadığını hissettireceği bir ya da birden fazla figür çizmeleridir. Bunu da özellikle çizdikleri aile tipleri, kültür, ten rengi, boy kilo vs. ile yaparlar. Ben bugün sıkça karalanan Cartoon Network, Disney Channel gibi çizgi film kanallarında bahsedilen türdeki aile tiplerini ele alarak başlayacağım.

 

Phineas and Ferb (Disney Channel)

Çoğunuz bu çizgi filmi “104 gün yaz tatili sürecekti, sonunda okul açılacak, işte bizim gibilerin yıllık problemi zamanı nasıl geçirmektir…” diye başlayan jenerik müziğiyle tanır. Sivri burunlar, patlak gözler, mavi bir yaratık, tuhaf bir adam. Tam karalamalık, tam paranoya yapmalık çizgileri var, öyle değil mi… Aslında izlendiğinde muazzam bir hayal gücü ve hatta yer yer sistem eleştirisi de yapan orijinal bir hikayeye sahiptir. Ve bunun dışında pek bilinmeyen yönü de şudur ki başkarakterler Phineas ve Ferb öz kardeş değildir. Phineas ve ablası Candace’in anneleri Linda Flynn, Ferb’ün babası Lawrance Fletcher’la evlenmiştir. Bu durum çizgi film esnasında, dublajdan da kaynaklı olarak pek yansıtılmaz. Ferb, Linda’yı anne olarak kabul etmiştir, Phineas ve Candace ise Lawrance’ı babaları olarak. Kan bağları olmasa da üveylik hissettirilmez. Aile üyeleri birbirlerini gerçekten çok sever, Linda ve Lawrance çocuklarını birbirinden ayırmaz. Dünya üzerinde bu çizgi filmi izleyen ve bu tarz bir aileye sahip çocukların kendilerini ekranda gördüklerini hissetmeleri inanılmaz bir deneyim olsa gerek.

Clarence (Cartoon Network)

Ülkemizde daha yeni yeni yayınlanmaya başlayan Clarence, hayal gücü oldukça yüksek, oldukça haylaz, ama aslında herkesi çok seven ve çok yumuşak bir kalbe sahip özgüveni yüksek Clarence’ın okul ve aile maceralarını anlatıyor. Alışıldıktan farklı olarak Clarence, Amerikalıların White Trash (Beyaz Varoş diye çevirebiliriz.) diye sınıfladıkları bir kesimin çocuğu. Ailesi orta alt sınıfa mensup. Ve unutmadan, onun babası yok, Chad’i var. Chad, Clarence’ın babası değil. Clarence da ona baba demiyor, ona Chad diye sesleniyor zaten. Chad, Clarence’ın annesi Mary’nin sevgilisi. Onlarla birlikte yaşıyor. Çok sorumluluk sahibi bir adam olduğu söylenemez, tembelin, üşengecin teki. Ama yine de Clarence’a sahip çıkıyor, onu seviyor. Mary ise eve para getiren kişi, Chad’den maddi bir destek alamasa da manevi destek aldığı kesin. Her ne kadar Chad ve Clerance’ın arada kafa kafaya verip kalkıştıkları işler Mary’nin sinirlerini bozsa da Mary ailesini seviyor. Şimdi ülkemize uyarlayalım bu durumu.

Meryem, bir oğlu var. Adı Kerem. Meryem zor şartlarda kuaförde çalışıyor. Bir sevgilisi var adı Cihat olsun… Hooop hooop hoooop, ne, sevgili mi? Çocuklu kadının ne sevgilisi? Hem de işsiz güçsüz? Bu kadının kocası nerede? Neden Cihat’la evlenmiyor? Bakın size bin tane soru sıraladım. Ancak her ne kadar kabul etmesek de ülkemizde de böyle aileler var, dünyada da var. Gayet mutlular. Şimdi ekran karşısındaki çocuğu düşünün. Ekranda tıpkı kendisi gibi bir aileye sahip, aklı bir karış havada, hayal gücü müthiş yüksek, biraz da kilolu bir çocuk var. Clarence, sadece ailesiyle değil, okul arkadaşları ve çevresiyle de mükemmeliyet algısını yıkıyor. Kimse normal değil, normal olmak zorunda da değil. Hem normal ne ki? Clarence’ın en iyi arkadaşı, resimde de onun arkasında harita tutan Jeff her ne kadar düzgün, uslu bir çocuk olsa da notları hep ortalama. Çocuğun okul birincisi olmak gibi bir amacı yok mesela, ne kadar tuhaf değil mi… Ortalama olmak, standarttan çok sapmamak, çok çıkıntı olmamak. Yok mu böyle insanlar çevrenizde? Ya da kirpi kafalı Sumo, ilk gördüğünüzde zihinsel engelli olduğundan şüpheleneceğiniz; ancak sadece pek sınır duygusu olmayan, risk almayı seven, sert bir ailede yetiştiği için vurdumduymazmış gibi görünen, tıpkı bir yorumda da yazıldığı gibi “Ailelerin ‘O çocukla oynama, konuşma…’…” diyerek sizi uzak tutmak isteyeceği çocuklardan Sumo. Şimdi fark ettim de Clarence hakkında çok yazmışım, ama bir şaheser olduğu için ona bu kadar yer vermezsem haksızlık etmiş olurdum…

Life with Louie (Cine 5, FOX Kids, Jetix)

Life with Louie ya da bizim bildiğimiz ismiyle Afacan Louie oldukça eski bir çizgi film aslında. 1995 – 1998 yılları arasında üç sezon, toplam 39 bölüm olarak yayınlanmış, komedyen Louie Anderson’un çocukluğunu anlatan, iki kez Emmy ödülü kazanan sıcacık bir hikaye. Ülkemizde 2000li yılların başlarından itibaren sıkça yayınlanmış bu çizgi film Louie Anderson’ın altmışlı yıllarda geçen çocukluğunun hikayelerini anlatıyor. Amerika’nın Wisconsin eyaletinde yaşayan Louie, on bir çocuktan oluşan oldukça kalabalık bir aileye sahip. Uzun süre ailenin sonuncu üyesiyken ailenin sonuncu üyesi Tommy’nin de eklenmesiyle ilk defa büyük kardeş olabiliyor. Louie, aslında bu ülkede kalabalık aile çocuğu olan pek çok insanın hikayesi. Sert mizaçlı, dediğim dedik, kuralcı, katı bir baba ve sevgi dolu, yumuşak huylu, sezgileri güçlü bir anne. Çoğu zaman küçük kardeşleri görmezden gelen, kendi işleriyle oldukça meşgul abiler ve ablalarla dolu bir ev. Maddi durumları genelde pek iyi olmayan, pek çok şeyi satın alamayan kocaman bir aile. Çoğu zaman kendi işini kendisi halletmek zorunda kalan Louie ve kardeşi Tommy. Dünyadaki pek çok çocuğun kendisinden bir şeyler bulabileceği bir hikayeydi aslında Louie Anderson’ın hikayesi…

Cédric

“Sekiz yaşındaysanız hayat gerçekten çok güzel…” sloganıyla ünlü olmuş, garip bir şekilde ülkemizde yaşlı genç, çocuk yetişkin demeden büyük bir kesim tarafından tanınmış Belçika çıkışlı bir çizgi romandan uyarlanmış Fransa yapımı bir çizgi filmdi Cédric. Cédric’in bu kadar sevilmesinin altında yatan şey ne olabilirdi? Tahminim şu yönde, Cédric, o güne kadar Türk insanının kendisini özdeşleştirmeye en yakın bulduğu çizgi karakterlerden biriydi. Öncelikle Cédric her ne kadar Belçikalı/Fransız olsa da ailesi tipik orta sınıf Türk ailesine çok benziyordu. Huysuz, ama tecrübeli, emekli işçi büyükbaba Paul, kuralcı, ev hanımı kızı Maryrose, Maryrose’un kocası tüccar esnaf, doğu kilimleri satan (Paul’ün deyimiyle ‘halı satıcısı’) Robert ve ailenin en küçük üyesi, aklı haylazlıktan başka hiçbir şeye çalışmayan Cédric. Oldukça bizden, çevremizde ve dahi kendimizde sıkça gördüğümüz özelliklere, hayat rutinine sahip bir süreci işleyen Cédric’in büyük aşkı Chen, bazen çatışsa da hiç küs kalamadığı arkadaşı Christian, ezeli düşmanı okulun zengini Nicolas.

Okuldaki sıra düzenleri bile Türk sınıflarındaki düzene oldukça benziyordu hatta. Ve bir ayrıntı daha, Cédric’in ailesindeki insanların Amerikan çizgi filmlerinde sıkça çizilen mükemmel, sevgi dolu aile profilinden oldukça uzak oluşu da bizi yansıtıyordu. Neredeyse her bölüm aile üyeleri birbirleriyle tartışıyor, bir türlü geçinemiyor, ama birbirleri olmadan da yapamıyorlardı. Türkiye gibi Fransa’nın da Akdeniz iklimi ülkesi olmasını hesaba katacak olursak bu benzerliğin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Başka bir husus, Cédric’in ailesinin ne çok zengin ne de çok gariban, orta sınıfa mensup olduğunun oldukça vurgulanışıydı. Baba parası zengin Nicolas’a karşın Cédric’in dedesi emekli bir demiryolu işçisi, babası ise doğu kilimleri ticareti yapan bir esnaf. Türkiye’de oldukça sık görülen bu geniş aile tipi, izleyen çoğu çocuğun kendisini özdeşleştirmesini sağlayan bir başka husus. Cédric kurallara, sorumluluklara rağmen hayallerinin peşinden giden, hedefi uğruna türlü yaramazlıklara kalkışan, ama hiçbir zaman kimseyi üzüp kırmak istemeyen, hatalarından ders çıkaran bir çocuk… Büyükbabasıyla iletişimi oldukça güçlü olsa da bu iletişim didaktizmden oldukça uzak, Büyükbaba Paul de herkes gibi insandır ve beylik laflar sıralamaktansa kalbe dokunmanın öneminin farkında. Çizgi dizinin bir başka önemli artısı ise kız erkek demeden pek çok çocuğa günlük yazma isteği aşılaması, Cédric kendisini tanımaya çalıştığı kadar başka çocuklara da kendilerini ve çevrelerini sorgulamaları için şevk veren bir karakter olarak karşımıza çıkar.

Hayao Miyazaki Filmleri

Miyazaki ustaya özel bir köşe ayırmak istedim. Filmleri çizgi film denilip küçümsenemeyecek kadar mutluluk, huzur, özgürlük, hayal ve umut dolu olan bu yaşlı dede çizgi film sektöründeki kalıplaşmış çizgileri yıkması açısından oldukça farklı bir noktada anılmalıdır. Howl’un Yürüyen Şatosu, Ruhların Kaçışı, Ponyo, Rüzgarlı Vadiden Nausicaa, Gökteki Kale, Vahşi Prenses, Küçük Cadı Kiki, Porco Rosso, Komşum Totoro gibi pek çok ödüllü filmle oldukça takdir toplamış bu üstadın eserlerinde en çok göze çarpan şey başrollerin hep bir kadın/kız çocuğu olmasıdır. Hayao Miyazaki kadının gücüne, kadının güçlenmesinin önemine inanan bir sanatçıdır ve bunu filmlerinde sıkça yansıtmaktadır. Bu filmlerde kadın karakterler başkalarının korunmasına muhtaç değildir, yardım değil destek beklerler. Maceralara atılırlar, özgür ruhlulardır, hayallerinin peşinden giderler, kuralları yıkarlar. Hiçbir zaman dünya güzeli bir şekilde çizilmezler. Sıradan, her an sokakta görebileceğiniz bir profile sahiplerdir. Bu da izleyen kız çocuklarının kendilerine örnek alabileceği cesur, girişken, özgür ruhlu profiller sunar. Bu kadın karakterlerin daima yardımcı, samimiye yakın bir ilişki yaşadığı erkek arkadaşları da vardır. Bu erkekler bu kadının peşinden gider, ona destek olur, ona anlayış gösterir; fakat kadınlar kurtarılmaya muhtaç bir figürde çizilmediğinden Miyazaki filmlerinde beyaz atlı erkek figürüne çok rastlanmaz. Kurtarıcı olmaktansa destek olan, anlayış gösteren, hak veren, fikir alışverişi yapan erkek figürü ise izleyen erkek çocuklarına daha yumuşak, daha ağırbaşlı, daha anlayışlı, daha içten olmaları motivasyonunu yaratır. Filmlerdeki bir diğer nokta uçma arzusudur. Uçan makineler oldukça yaratıcı çizgilere sahiptirler. Ve en önemli husus, doğa çizimleridir. Miyazaki doğaya aşık bir sanatçıdır. Bütün filmleri doğanın bu güzelliğini özellikle vurgular. Her filminde göze sokulmasa da insanın doğayı kirlettiği ve yok ettiği, bunu korumamız gerektiği vurgulanır. Bu bakımdan Miyazaki filmleri çocukları eğlendirdiği kadar yetişkinlere de terapi gibidir. Sadece manzaraları seyretmek bile insana huzur ve sükun vermektedir… Daha iyi bir dünyada barış içinde yaşamamız için hiçbir engel olmadığını daima savunan Miyazaki her eserinde her yaştan kitleye olağanüstü hayal gücüyle sıcacık hikayeler sunmaya devam eder.

Bu yazıda bahsedilmeyen çok fazla çizgi film var. The Amazing World of Gumball (Gumball’ın Muhteşem Dünyası), Regular Show (Sürekli Dizi) Adventure Time (Macera Zamanı), Uncle Grandpa (Amca Büyükbaba), We Bare Bears (Kafadar Ayılar), Steven Universe, Gravity Falls (Esrarengiz Kasaba), Foster’s Home for Imaginary Friends (Foster’ın Hayali Dostlar Mekanı), My Gym Partner’s A Monkey (Arkadaşım Maymun), Avatar the Last Airbender (Avatar – Son Hava Bükücü), The Kids from Room 402 (402 Numaralı Sınıf), Winnie the Pooh (Ayı Winnie)… Çizgi film geçmişim hayli kabarık olduğundan bunları başka bir kenara ayırdım. Ancak öğretmenler, ebeveynler, psikolojik danışmanlar, psikologlar, psikiyatrlar olarak kendinize şans vermenizi istiyorum, “Çocukların beynini yıkıyor!” demeden önce yukarıda örnek verdiğim ve saymaya fırsat bulamadığım bu çizgi filmlere çocuk gözüyle bakmanız… Çocuklar neden çok seviyor bu karakterleri? Bundan niye zevk alıyorlar? Bir çocukmuşçasınıza düşünün ve kendinize sorun… Emin olun pişman olmayacaksınız…

 

 

Yağmur Cenan BOYACI
Psikolojik Danışman
yagmurcenanboyaci@hotmail.com

 

YAZAR BİLGİSİ
1992 Manisa - Turgutlu doğumluyum. İlköğretimi Turgutlu Cumhuriyet İlköğretim Okulu ve Bandırma İlköğretim Okulu'nda, lise eğitimimi Bandırma Ayyıldız Anadolu Lisesi'nde tamamladım. 2010 yılında kazandığım İstanbul Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık lisans bölümünden 2014 yılında mezun oldum. 2015 yılında İstanbul Gaziosmanpaşa 23 Nisan İlkokulu'na psikolojik danışman olarak atandım. Hâlâ aynı yerde görev yapmaktayım. Meslekte beşinci yılımı doldurdum. Lisans eğitimime ek olarak Cognitive Assessment System (CAS) test eğitimini de almış bulunmaktayım.
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.