YAS NEDEN BU KADAR YALNIZ HİSSETTİRİR?

Günümüzdeki yaşam tarzımız, yas sürecindeki insanları yalnız ve desteksiz hissettirebiliyor. Ne yapacağını bilememek ya da ölüm hakkında konuşmaktan rahatsızlık duymak gibi sebeplerle insanların geri çekilmesi, yas tutan kişinin yalnızlığını daha da derinleştiriyor. Toplumun dayattığı “her zaman mutlu görünmelisin” baskısı da bu yalnızlığı artırıyor. Aile bağlarının zayıflamış ya da kopmuş olması ise, hatıraları paylaşacak kişileri giderek azaltıyor. Ama belki de en önemlisi şu: Yas tutan birine yaklaşmak bir risk olarak görünüyor ve gerçekten alınması gereken bir risk olduğu gözden kaçırılıyor.
“Yas çok yalnız bir şey, değil mi? Gerçekten çok yalnız bir deneyim.” Bu cümle, New City Counseling’den psikoterapist Tim Jones ile yapılan bir röportajdan. Jones hem bu alanda çalışan bir uzmanın bilgeliğine hem de kişisel deneyimin derinliğine sahip biri. İnsanlara sevdiklerini kaybettiklerinde yas danışmanlığı hizmeti veriyor. 2017’de, dört küçük çocuğunun annesi olan eşini kanserden kaybederek bu acıyı bizzat yaşamış birisi aynı zamanda. Jones, “Ne hissettiğini anlıyorum” ya da “Şu anda şöyle hissediyorsundur” gibi iyi niyetli ama tahmine dayalı sözlerin, aslında kişisel bir bağ kurmadığını söylüyor. Bu tür ifadeler, kaybı yaşayan kişiyi gerçekten duymak yerine, bizim kendi rahatlığımıza hizmet edebiliyor. Oysa yapılması gereken, sadece dinlemek ve onun acısının yanında sessizce durabilmek. Jones’a göre, bu tür hatalardan korkmamalıyız. Yanlış bir şey söylemiş olabiliriz, ama bu düzeltilebilir. Asıl kıymetli olan, temas kurma cesaretini göstermektir. Jones, bu hataların farkına varıp yeniden yaklaşan insanlara kendini daha da yakın hissettiğini anlatıyor. Ama en yıpratıcı olan, hiç yaklaşmamak. İnsanların tamamen uzak durması… Jones’a göre, bu kaçınma çoğu zaman ne söyleyeceğimizi bilememekten ya da başkalarının acısıyla yüzleşmenin yarattığı rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Yas tutan birinin yanında olmak, bize kendi kırılganlığımızı ve bir gün bizim de sevdiklerimizi kaybedebileceğimizi hatırlatıyor. Bu yüzden zor.
Terapistlerin de söylediği gibi, eskiden insanların yas sürecinde yolunu bulmasına yardımcı olan ritüeller ve gelenekler zamanla silinip gitti. Ne söyleneceğini, nasıl davranılacağını bilemediğimizde elimiz kolumuz bağlanıyor ve kendi sınırlı deneyimlerimizle baş etmeye çalışıyoruz. Araştırmalar da gösteriyor ki, yas bu nedenle çok yönlü bir yalnızlık yaratabiliyor. Bunu besleyen bazı gündelik gerçekler de var. Bazılarına bu yazıda değinmek istiyoruz:
Her Zaman Mutlu Görünmek Zorundayız
Ölüm üzerine konuşmak kolay değil. Belki de bu yüzden artık neredeyse tabu haline geldi. Sosyal tarihçi Philippe Ariès’in Batı’da Ölüm Karşısındaki Tutumlar kitabında belirttiği gibi, günümüzde insanlardan beklenen bir tür “mutluluk görevi” var. Herkes, toplumsal huzura katkı sağlamak zorundaymış gibi davranıyor. En ufak bir üzüntü bile bu huzura tehdit sayılıyor. Yani yas tutmak bile sanki gizlice, utanarak yaşanması gereken bir şey haline geldi. Benzer bir görüşü terapist Patrick O’Malley de paylaşıyor. Getting Grief Right (Yası Doğru Yaşamak) adlı kitabında, acı çekmenin artık utanılacak bir şey gibi görüldüğünü söylüyor. Ona göre bunun temel sebebi “pozitiflik kültürü.” Sürekli olumlu düşün, gülümse, kötü hissettiren hiçbir şeyden bahsetme… Ama bu baskı, yasın doğal bir parçası olan üzüntüye, acıya ve kafa karışıklığına yer bırakmıyor.
Yas Kişisel, Matem Toplumsal Değil
Klasik toplumlarda yas daha çok topluca yaşanırdı. Bizde ise artık daha bireysel. Yine de bazı büyük olaylardan sonra –örneğin afetler gibi– hep birlikte yas tuttuğumuz anlar oluyor. Törenler, kalabalık cenazeler, herkesin ağladığı, hatıraların anlatıldığı o kolektif alanlar… Bu tür toplu yas deneyimleri bize şunu hatırlatıyor: Gündelik hayatta yas tutanlar çoğu zaman bu destekten mahrum. Çünkü artık sıkı bağlarla örülü topluluklarda yaşamıyoruz. Birinin ölümü, çoğu zaman yaşlılıkta, emeklilikte, çocuklar evden ayrıldıktan sonra oluyor ve çevresinde artık çok az kişi kalmış oluyor.
Konuşacak Kimse Yok
Yas tutan kişilerin çevresinde, kaybı tanıyan ya da hatıraları paylaşabilecek insanlar da azalıyor.
Aileler farklı şehirlerde, arkadaşlar uzaklarda. Cenaze belki tek bir araya gelme fırsatı sunuyor; o da çoğu zaman ölümden haftalar sonra. Telefon ya da mesajlaşmak belli bir yere kadar işe yarıyor ama karşınızdaki kişi kaybınızı tanımıyorsa, anlattığınız şeyler bir yere varmıyor. Onlar size sadece “başın sağ olsun” diyebiliyor – ama öleni konuşamıyorlar. Bu da yas sürecini daha sessiz ve yalnız hale getiriyor. Üstelik günümüzde sosyal çevrelerimiz parçalanmış durumda.
İş arkadaşlarımız başka, okuldan tanıdıklarımız başka, ailemiz başka… Kimi kaybettiysek, çoğu bu kişiyi tanımıyor oluyor. Bu da yasın hikâyeleştirilmesini, yani duygunun paylaşılmasını zorlaştırıyor. Aile içi kopukluklar, boşanmalar, küslükler, yeniden evlilikler de bu süreci daha karmaşık hale getiriyor.
Daha Yalnız, Daha Zor
Tüm bu nedenlerle yas, artık sadece acı verici değil, aynı zamanda yalnızlaştırıcı bir süreç. Yalnızlık ise iyileşmeyi geciktirebiliyor. Eskiden toplu ritüellerle yürütülen yas süreci, artık daha çok bireysel çabalara kaldı. Günlük sohbetler, hatıra anlatımları, paylaşılan hikâyeler… Hepsi yasın düzenini kurmak, kimliği yeniden tanımlamak ve acıyı anlamlandırmak için kritik hale geldi. Ama tam da ölen kişi hakkında konuşmaya en çok ihtiyacımız olan bir dönemde, bunu yapacak insanları bulmak gittikçe zorlaşıyor.
Yine de Umut Var
Durum ne kadar zor olursa olsun, yapabileceğimiz şeyler hâlâ var. Öleni tanımıyor olsak bile yas tutan kişiye destek olabiliriz. Dinleyebilir, yaşadıklarını onaylayabilir, onun anlattıklarını içtenlikle dinleyerek yanında olduğumuzu gösterebiliriz. Tim Jones’un dediği gibi: O teması kurmak bir risk belki – ama bu riski almak, bir insanın yalnızlığını bölmek demek.
https://www.psychologytoday.com/us/blog/our-new-discontents/202506/why-grief-is-so-lonely yazısından yararlanılarak hazırlanmıştır.