Otuz Milyon Kelime – Dr. Dana Suskind

Otuz Milyon Kelime – Dr. Dana Suskind

Birçoğumuz biliriz, yeni doğanlara çok kısa süre sonra işitme testi yapılır. Bazı bebekler bu test esnasında beklenen tepkileri vermeyebilir. Aile için ne kadar üzücü olsa da gerçeği kabullenmek ve çözüm aramaktır önemli olan. Dr. Dana Suskind, bu alanda çalışan bir koklear implant cerrahı. İşitme duyusunda problem olan çocukları ameliyat ederek duymalarını sağlıyor. Göreve yeni başladığı sıralarda Zach ve Michelle adlı iki bebeği ameliyat ediyor. Bebeklerden biri yedi diğeri ise sekiz aylık. Ameliyatların sonucunda her iki çocuk da duyabilir duruma geliyor.

Bundan yıllar sonra -çocuklar 3. sınıfa başladıklarında- Dr. Dana Suskind çocuklardan birinin normal okula devam ettiğini diğerinin ise total sınıfta derslere girdiğini görüyor (Total sınıf: iletişim için çoğunlukla işaret dilini kullanılan, konuşma diline çok az yer verilen sınıf ortamı). Artık aklında şu soru var “ben her ikisine de aynı ameliyatı yapmama rağmen hayat çizgileri neden bu kadar farklı?”. Bu soru üzerine araştırmalara başlıyor ve Chicago Üniversitesinde ameliyatlarından kalan sürede psikoloji bölümünün derslerine katılıyor.

Bu derslerden birinde Hartve Risley isimli iki bilim insanının çalışmalarından bahsediliyor. Bu araştırma üç yaşına kadar duyulan kelime sayısının okul başarısını yordamasına dair bir çalışma. Çalışmanın amacı düşük sosyoekonomik gelir seviyesine sahip ailelerin çocuklarını bir programa alarak, yüksek sosyoekomik gelir düzeyine sahip ailelerin çocuklarının başarı seviyesine çıkarmak.

Hart ve Risley düşük sosyoekonomik düzeye sahip ailelerin çocuklarına kelime dağarcığını geliştirmeye yönelik bir program uyguluyorlar. Uygulamadan hemen sonra yapılan testlerde oldukça olumlu sonuçlar alınırken, çocuklar okulöncesi programa alınırken yapılan testte bu etkinin düştüğü görülüyor. Bu iki bilim insanı neden böyle olduğuyla ilgili araştırmalara devam ediyorlar ve ilginç sonuçlara ulaşıyorlar. Sosyoekonomik düzeyi düşük olan ailelerde  çocukların 3 yaşın sonuna kadar daha az kelime duyduklarını tespit ediyorlar.

Totale vurulduğu zaman sosyoekonomik düzeyi yüksek ve düşük olan aileler arasında çocuğun duyduğu kelime sayısı farkının otuz iki milyon kelimeyi bulduğunu görüyorlar. Bu araştırma ile başarının tamamen  genetiğe bağlı olduğu düşüncesini de değiştirmiş oluyorlar. Bu sırada araştırmayı çeşitlendirip çocukların duydukları bu kelimelerin ne kadar çeşitli olduğuna, söyleniş tarzlarına, olumlu olup olmadıklarına vs. bakıyorlar. Bunların tamamının optimum beyin gelişimini etkilediğini düşünüyorlar. Ayrıca araştırmanın ortaya çıkardığı daha birçok sonuç var ve kitapta mevcut.

  • Bunun dışında öğrenmeyi etkileyen diğer faktörler gözden geçiriliyor. Bunlardan biri stres seviyesi. Bebek strese maruz kaldığında öğrenmeye yönlendirmesi gereken dikkatinin büyük kısmını bu faktöre çevirdiği için yeterli öğrenme gerçekleştiremiyor.
  • Kritik dönem vurgusu yine doktorun karşılaştığı örnekler üzerinden yapılıyor.
  • Bebeklerde öğretilmek istenen bir şeyin bir ekran üzerinden sağlanamadığı, yüz yüze etkileşimin çok daha etkili olduğu araştırmalarla açıklanıyor.
  • Kitapta özellikle vurgulanan üst düzey şeyler yaratmak değil, ailenin oluşturduğu ortamın iletişim biçiminin çocuğun genetik potansiyeli azaltabileceği ya da maksimum düzeyde kullanabileceğidir.
  • İlk 3 yaşta çocuğun duyacağı kelime alanın, gelecekteki ilgi ve başarısını yordayacağı düşünülüyor. Örneğin bir çocuk  matematikle ilgili olası şeyleri  daha sıklıkla duyuyorsa okul yaşamında bunda başarılı olması daha muhtemeldir. Fakat önemli olan bunun üzerine çalışmaktır. Eğer çocuk yetenekli dahi olsa diğer ilgi alanlarını buna tercih ediyorsa, örneğin matematik üzerine çalışmak yerine futbol oynamayı seçerse matematik yeteneği durduk yere gelişmeyecektir.
  • Burada bir diğer konu cinsiyete bağlı yetenek algısı. Aileler kızları matematik alanında başarılı olduğunda “çok çalıştıklarını”, oğulları başarılı olduğunda ise “doğuştan yetenekli olduğunu” düşünüyorlar. Başarısızlık içinde tam tersi durum geçerli: kızlar başarısız olursa yeteneksiz oldukları düşünülürken; erkekler başarısız olduklarında yeterince çalışmadıklarına kanaat getiriliyor.

Burada çok önemli bir tespit var ve aynen alıntılamak istiyorum: profesör Dweck’e göre ebeveynler ve eğitimciler olarak yapmamız gereken, yetenekler hususunda mutlak değişmez bir bakış açısı aşılamak yerine, çabanın başarıda en önemli unsur olduğunu ve başarısızlığın en önemli sebebinin yetenek eksikliği değil de vazgeçmek olduğunu düşünmektir. (s.111)

  • Aslolanın yetenek olduğuna inanalar işler zorlaştığında vazgeçmeye daha meyillidir. Ayrıca “akıllı” görülmek kişiliklerinin önemli bir parçası olduğu için yalan söylemeye de daha yatkındırlar. Oysa vazgeçmemeye inanlar daha sabırlı ve ısrarcıdır.
  • Çocuklarda özellikle yerginin kişiliğe yönelik değil davranışa yönelik olmasına dikkat edilmelidir. Kişiliğe yönelik olan eleştiri olumsuz benlik algısını tetiklerken, davranışa yönelik yapılan eleştiri davranışı değiştirmeye teşvik eder.

Kitabın özellikle son kısmında üç yaşa kadar bebekle yapılan ebeveyn konuşmasının kritik öneminden bahsediliyor. “Otuz Milyon Kelime Programı”na dair uygulama örnekleri ve bu programın geliştirilme aşaması detaylı olarak anlatılmış. Son kısımda Amerikan toplumunda uygulanan benzer programlara yer verilmiş. Bende uzunca bir makale okuyormuş düşüncesi uyandırdı. Araştırmalardan ve makalelerden hoşlananlar bu kitabı da sevebilir. Kitapla kalın 🙂

YAZAR BİLGİSİ
Psikolojik Danışman
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.