ZALİM İYİMSERLİK: İNSANI TÜKETEN UMUT BİÇİMLERİ
“Zalim iyimserlik” kavramı, Lauren Berlant tarafından ortaya atılmıştır. Temel olarak, insanın aslında kendisine zarar veren ya da hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir şeye tutunmaya devam etmesini, bunu da iyimserlik adı altında meşrulaştırmasını anlatır. Kişi o hedefe, ilişkiye, gelecek idealine bağlandıkça umut eder; fakat bu umut, onu aynı anda tüketir, acıtır ve yerinde saydırır. Yani umut, kişinin ilerleyebilmesini sağlayan bir güç değil, ona fark ettirmeden yük olan bir zincire dönüşür.
Hayatta bazı şeylere bütün kalbimizle tutunuruz. Bir ilişkiye, bir ideale, bir kariyer hayaline, bir aile rolüne ya da “bir gün mutlaka düzelecek” dediğimiz bir düzene…
Dışarıdan baktığımızda bu tutunma bir güç gibi görünür; çünkü umut etmek, insana canlılık veren bir şeydir.
Ama bazen umut, fark etmeden acıyı uzatan bir yapışkan haline gelir.
İşte bu noktada “zalim iyimserlik” devreye girer.
Zalim iyimserlik, insanın kendisine iyi gelmeyen bir şeye iyi geleceğine inanarak tutunmasıdır. Umut etmek artık iyileştiren bir güç değil; insanı sınırlayan bir döngüye dönüşmüştür.
Günlük Hayattan Örneklerle Zalim İyimserlik
- İlişkilerde Zalim İyimserlik
Bir danışan şöyle diyebilir:
“Beni defalarca kırdı ama değişeceğine inanıyorum.”
Bu inanç kişinin kalbine iyi gelir gibi görünür; çünkü umudu bırakmak sanki ilişkiden değil, hayattan vazgeçmek gibi gelir.
Fakat kişi her gün hayal kırıklığına uğruyorsa, buradaki umut artık yarayı iyileştirmeyi değil, yaranın daha da derinleşmesine neden olur.
İyimserlik burada bir sığınak değil, bir duvar olur.
- Kariyer ve İş Hayatında Zalim İyimserlik
“Biraz daha çalışırsam belki takdir edilirin ve koşullarım düzelir.”
Kişi yıllarca çabalar, tükenir, ruhen yorulur; fakat çabasının karşılığını alamaz.
Yine de bırakmayı düşünmez; kayıp bedele takılı kalır çünkü o iyimserlik artık bir kimlik haline gelmiştir:
“Ben sabrederim, ben hallederim.”
Oysa bu iyimserlik, kişinin kendi ihtiyaçlarını göremediği bir kör noktaya dönüşmüştür.
- Aile İçindeki Roller
Bazı insanlar çocukluklarında üstlendikleri bir rolü sürdürmeye devam ederler:
“Ben güçlü olursam herkes ayakta kalır.”
Yıllar geçer, herkes büyür, koşullar değişir… ama kişi hâlâ o rolü sürdürür.
Çünkü “Artık bırakabilirim,” demek hem korkutucu hem de suçluluk vericidir.
Bu da iyimserliğin zalim formudur: değişmeye izin vermeyen bir iyilik hali.
- Kendi Potansiyeline Dair Zalim İyimserlik
Kimi danışanlar “bir gün cesaretim gelecek, bir gün başlayacağım” diyerek kendilerini oyalayan hayallere tutunurlar.
Erteleme, umut kılığına bürünmüş bir kaçınma davranışına döner.
Gerçek adımlar atılmadıkça umut, bir destek değil; suçluluk ve yetersizlik hissi üreten bir baskıya dönüşür.
Neden Bu İyimserlik Bu Kadar Çekici?
Vazgeçmek acıtır; umut etmek geçici bir sıcaklık sağlar.
Kişi gerçek kayıpla yüzleşmektense hayalin sıcaklığına tutunur.
Bazen içimizdeki çocuk, bir şeyin eninde sonunda iyi olacağına inanmak ister; çünkü geçmişte bunu umut ederek ayakta kalmıştır.
Zalim iyimserlik, eski yaralarla yeni umutların birbirine karıştığı bir alandır.
Bu tutunmanın altında çoğu zaman şu ihtiyaçlar vardır:
- Güvende hissetme arzusu
- Terk edilme korkusu
- Belirsizliğe dayanma güçlüğü
- Kendi değerini bir sonuca ya da kişiye bağlama
- “Bırakırsam kötü bir insan olurum” inancı
Zalim İyimserlikten Özgürleşmek
Özgürleşme çoğu zaman büyük bir devrimle değil, çok küçük ama dürüst bir soruyla başlar:
“Bu gerçekten bana iyi geliyor mu?”
Bu soruyu sormak bazen gözyaşı getirir, bazen rahatlama…
Ama en çok da gerçeklikle aramızdaki bağı güçlendirir.
Çünkü iyileşme, insanın kendine karşı cesur olabilme kapasitesidir.
Bırakmak her zaman kaybetmek değildir.
Bazen bırakmak, başka bir şeyin —daha gerçek, daha sağlıklı, daha sakin bir şeyin— filizlenmesi için alan yaratmaktır.
Terapötik süreçte kişi, kendi umudunun hangi noktalarda bir savunma haline geldiğini fark etmeye başlar.
Bu farkındalık ağır gelir ama aynı zamanda özgürleştiricidir; çünkü insan artık zincirinin elinde olmadığını, kendi yönünü seçebileceğini hisseder.
Gerçek iyimserlik, acıtmadan ilerletir.
Zalim iyimserlik ise ilerlemeden acıtır.
Bu yüzden en şefkatli iyilik, kendimize şu hakkı vermektir:
Artık bana iyi gelmeyene tutunmak zorunda değilim.